You are here
İşsizliğin ve yoksulluğun sorumlusu biz miyiz?
diğer yazarlar
Merhaba açlık ordusu,
Yoksulluğun ve işsizliğin korkunç boyutlara ulaştığı günümüzde, biz işçiler ve emekçiler günden güne yok oluşun eşiğine geliyoruz. Bırakın insanca yaşam sürmeyi, karnımızı bile doyuramaz haldeyiz. Peki, biz işçiler kendi ellerimizle yarattığımız bugünkü medeniyet koşullarında böyle mi yaşamalıyız? Yoksa işsizlik ve yoksulluk bizim gibi emeğini satarak geçinenlerin değişmez kaderi mi?
4 Martta, UİD-DER Gebze temsilciliğinde bu konuyla ilgili bir seminer gerçekleştirildi ve işsizliğin, yoksulluğun dünya ölçeğinde hangi boyutlara ulaştığı gözler önüne serildi. Verilen rakamlar yoksulluğun muazzam boyutlarını gösteriyordu. Dünyada 3 milyar insanın günde 2 doların altında yaşamını sürdürmesi, Türkiye’de ise 30 milyon işçi-emekçinin günde 4 dolarla yaşamını sürdürmeye çalışması, kapitalizm altında biz işçilere verilen değeri anlatmaya yetiyordu.
Makineleşmenin her alana yayılması ve kapitalistlerin daha çok kâr etme arzusu ile iş saatlerini arttırması, kapitalizmin gereksimi olan yedek işçi sayısının da katlanarak artmasına sebep oluyor. Bu durum biz işçileri işsizlikle tehdit ederek daha düşük ücretlere çalışmak zorunda bırakıyor. Bırakalım dışarıdaki işsiz sınıf kardeşimizle rekabeti, fabrikalarda her gün yüz yüze olduğumuz sınıf kardeşlerimizle bile sürekli yarışa itiliyoruz. Mücadeleden geri duruldukça, çalışan işçiler açlık sınırının altındaki ücretlere razı oluyorlar ve yoksulluk ve sefalet hızla artıyor. Biraz başımızı kaldırıp etrafımızda neler oluyor diye bakmamız bile kapitalizmin insanları hangi koşullarda yaşamaya zorladığını kolayca gösteriyor bize.
Sınıflar arası uçurum günden güne büyüyor. Bir tarafta muazzam bir bolluk içerisinde yaşayan burjuva sınıf, diğer tarafta bu bolluğu yaratan biz işçilerin sefaleti. Bir yanda muhteşem güzellikteki Acar kentleri ya da boğaz yalıları içinde soğuk kış günlerini sıcacık ortamlarda geçiren burjuvalar, diğer yanda kiremitleri kırılmış, damı akan, önünden kanalizasyon suları akan gecekondularımızda, ısınmak için bile evin bütün fertlerini beklemek zorunda kalan bizler.
Peki, asıl suçlu kim? Burjuvaların dediği gibi asıl suçlu biz miyiz? Evet bence de asıl suçlu biziz. Ama burjuvaların dediği gibi çok olmamız ve çoğalmaya devam etmemiz ya da eğitimsiz olduğumuz için değil. Bizi açlığa, yoksulluğa, işsizliğe iten kapitalist sisteme karşı mücadele etmediğimiz için. Kapitalizm ve onun yol açtığı açlık-yoksulluk bizim kaderimiz değildir. Tarihteki sayısız örneklerde de görüldüğü gibi kaderimiz mücadelemize bağlıdır ve biz mücadeleden kaçtığımız sürece kapitalistlerin daha çok kâr etmek için biz işçi-emekçileri açlığa, yoksulluğa, daha kötü koşullarda çalışmaya iteceği ortadadır.
Kapitalizme karşı içimizde biriktirdiğimiz kini ve öfkeyi açığa vurmalı, örgütlenerek ve mücadeleye atılarak bu kahrolası kapitalist sistemi tarihin çöplüğüne atmalıyız. Ancak o gün geldiğinde medeniyetin ya da insanca yaşamanın farkına varabiliriz. Kahrolsun kapitalizm!
Gebze’den bir metal işçisi
---------------------------------------------
Merhaba işçi dostlarım. Biz işçiler, haklarımızın gasp edildiği, kazanımlarımızın birer birer ellerimizden alındığı gerici bir dönemden geçiyoruz. Çalışma koşullarımız ve yaşam koşullarımız gittikçe kötüleşiyor. Sırtımızda işsizliğin ve yoksulluğun o acı kırbacını her gün derinden hissediyoruz.
İşsizlik ve yoksulluk denince aklıma sebep olarak, eğitimsizlik, tembellik, anne-babalarımızın ya da çevremizdeki eş-dostlarımızın çok sayıda çocuk yapmaları gelirdi. Ayrıca az gelişmiş teknolojiyi de işsizliğin ve buna bağlı olarak sürüklendiğimiz ve birebir yaşadığımız sefalet koşullarının en can alıcı sebebi olarak düşünürdüm. Çünkü her zaman televizyonlardan tutun da gazete, dergi ve reklâm panolarına kadar her şey biz işçilere, emekçilere böyle propaganda ediliyor. Meydanı boş gören patronlar daha az işçiyle daha fazla mal üretip daha çok kâr ederken, çoğumuz işsizlik ve yoksulluk belâsının tek sorumlusu olarak kendimizi görür ve kendimizi sorgularız. Eminim ki pek çok işçi arkadaşım da benim gibi düşünüyordur. Oysa UİD-DER’in düzenlemiş olduğu işsizlik ve yoksulluk konulu seminere katılınca, düşündüklerimin hiçbirinin doğru olmadığını öğrendim.
Seminerde, yaşadığımız sefaletin ve gördüğümüz insanlık dışı muamelelerin, biz işçilerin tembelliğinden, eğitimsizliğinden, çok çocuk yapmasından ya da az gelişmiş teknolojiden kaynaklanmadığı anlatıldı. Biz işçilere böyle bir yaşamı layık gören, patronlar sınıfının ta kendisiydi. Yaşadıklarımızın suçlusunu bulma rahatlığı, seminere katılan diğer işçi arkadaşların da yüzüne yansıyordu.
Bu seminerde, şiirlerden, şarkılardan tutun da salonunun hazırlanmasına kadar her şey kolektif bir emeğin ürünüydü. Sunumda, biz işçileri iliklerimize kadar sömürüp, kendi keyiflerini düşünen patronların yani kapitalistlerin, koskocaman işçi sınıfını nasıl uyuttukları, nasıl çıkmaza soktukları ince ayrıntılarıyla gözler önüne serildi. Şiirlerde, içinde bulunduğumuz sefalet koşulları ve bu koşullara duyduğumuz öfke dillendirildi. Koro ekibinin seslendirdiği türkülerimizde ve marşlarımızda ise, kurtuluşumuzun kendi kuracağımız sınıfsız, sömürüsüz bir sistemle mümkün olduğu müjdeleniyordu. Açlık ve yoksulluktan ölmeyeceğimiz, yaşamın tüm güzelliklerini paylaşacağımız bir dünyanın temellerini atacak dayanışmanın ve mücadelenin önemi dile getiriyordu. Aynı amaç uğruna, tek yumruk, tek yürek olarak bir araya gelen işçilerin yapamayacakları hiçbir şeyin olmadığı defalarca vurgulandı.
Bir işçi olarak, bu seminerde, işçi sınıfının acımasızca sömürüldüğü kapitalist sistemin gerçek yüzünü gördüm. Aslında işsizliğin de, yoksulluğun da, açlığın da gerçek sorumlusu patronların düzeni olan kapitalizmdir. Biz işçiler onlara, yani patronlara bey, paşa sarayları sunarken, onlar biz işçilerin sırtından kırbaçlarını asırlardır hiç eksik etmediler. Kırbaçlana kırbaçlana çürütüldük, çürütülüyoruz. Evet gerici bir dönemden geçiyoruz. Omuzlarımızdaki yük çok ağır, ama hepimiz üzerimize düşen sorumluğu sabırla yerine getirebilirsek, kazanacağımız, çocuklarımıza, torunlarımıza bırakacağımız koskocaman bir dünya var. Öğrendiklerimizi mahallelerimizde, işyerlerimizde, okullarda, üniversitelerde ulaşacağımız herkese bıkmadan, usanmadan anlatmalıyız. Kapitalizmin çıkarcı, anarşik, plansız, sömürüye dayalı dünyasını yeniden ve yeniden teşhir etmeliyiz.
İşsizliğin ve yoksulluğun tek sorumlusu patronlar sınıfıdır! Sömürüye karşı örgütlü mücadeleye!
“Bitmedi o kavga sürüyor ve sürecek, yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek...”
Gebze’den bir sağlık işçisi
--------------------------------------------------
Merhaba dostlar,
Geçtiğimiz pazar günü UİD-DER Gebze şubesinde İŞSİZLİK VE YOKSULLUK konulu bir etkinlik yapıldı. Etkinliğin konusu olan işsizlik ve yoksulluk işçi emekçilerin en büyük sorunlarından biri olagelmiştir. Fakat örgütlü bir bilince yeterince sahip olamadığımız için sorunu ve çözümü hep burjuva politikalarda ve politikacılarda aradık. Bu etkinlik bir kez daha gösterdi ki, işsizlik ve beraberinde getirdiği yoksulluk bu sistemin vazgeçilmezi olup ancak kapitalist sistemin tarihin çöp sepetine atılmasıyla son bulacak bir sorundur. Öncelikle bu etkinliğin hazırlanmasında katkıları olan tüm işçi arkadaşlara ve UİD-DER Gebze şubesine sonsuz teşekkürler.
Etkinlik başlamadan önce, yoğun çalışma saatleri yüzünden görüşemediğimiz dostlarla ve yeni tanıştığım arkadaşlarla sohbet etme şansı buldum. Fabrikalarımızdan söz açıldığında sorunların arttığına ve ortak sorunlar yaşadığımıza bir kez daha şahit oldum. Çalışma saatlerindeki artış, baskı ve işten atma tehditleri had safhalara ulaşmış boyutta. Tam da burada etkinliğin önemi ortaya çıkıyor.
Etkinliğin başlaması ile birlikte işsizliğin biz işçilerin yarattığı bir sorun olmadığı ve patronların bizzat yarattıkları bu sorunu tehdit unsuru olarak biz işçiler üzerinde kullandıkları örnekleriyle anlatıldı. Biz işçileri daha fazla çalıştırarak, fazla mesaiye bırakarak işçi sayısını azaltıyorlar, işsizler ordusuna yeni işçiler katıyorlar, yeni makineler sayesinde üretimi hızlandırıp işçiyi makinenin bir eklentisi yapıyorlar. İşsiz işçileri göstererek, işten atma tehditleri eşliğinde ücretleri en aza indiriyorlar.
Etkinliğin özellikle işaret ettiği bir yer vardı. O da işsiz işçilerin sorununun sadece onların değil aynı zamanda çalışan işçilerin de sorunu olduğuydu. Bugün bir işte çalışıyor olabiliriz. Fakat işsizlik sorunu önümüze her an çıkabilecek bir sorundur. Dolayısıyla çalışan işçilerin işleri de garantide değildir ve her an işsiz kalıp aynı sıkıntıları yaşayabilmeleri kuvvetle muhtemeldir. Onun içindir ki bu sorun bir bütün olarak işçi sınıfını sorunudur ve çalışan, çalışmayan tüm işçileri ilgilendirir.
Bir de işsizliğin getirdiği yoksulluk var bu sistemde. Tüm yaşam araçlarını üretmemize, devasa bir zenginlik yaratmamıza karşın biz işçilere çok kötü koşullarda ve muazzam bir yoksulluk içinde yaşamayı reva görür patronlar. Bizden el koydukları artı-değerle beslenen bu asalaklar sefa sürerken, bizlere sunulan şey ölümdür. Nazım’ın dediği gibi, “bu dünya öküzün boynuzunda değil”, bizzat biz işçilerin omuzlarında dönmekte. Lenin’in mücadelesini anlatan bir karikatürde olduğu gibi, bu asalakları dünya üzerinden silip süpüreceğiz. Tabii ki bu da örgütlü ve enternasyonal bir mücadele içinde olur.
Bizler geçmiş döneme göre daha şanslıyız. Çünkü önümüzde koskoca bir EKİM devrimi durmakta. Yolumuza ışık tutmaya devam ediyor. Bolşevik tarzda bir örgütlenme ile kapitalist sistemin yarattığı tüm pisliklerle mücadele edebilir ve yıkılmayı bekleyen bu sistemi yıkabiliriz. Tabii ki bunun için mücadele etmeli, yılmamalı, işçi sınıfının bilimini öğrenmeliyiz. Unutmayalım ki bizleri kurtaracak olan kendi mücadelemizdir.
Gebze’den bir metal işçisi
--------------------------------------------------
Merhaba arkadaşlar,
Sizlere bu hafta sonu UİD-DER’de yapılan bir etkinlikte hissettiklerimi anlatmak istiyorum. Etkinliğin konusu, işçi-emekçiler için her zaman güncel olan bir sorundu: işsizlik ve yoksulluk. Tüm dünya işçi sınıfı bu sorunlarla yüz yüze. Bir tarafta her gün zenginleşen patronlar, diğer yanda her gün daha da yoksulaşan ve işsizliğin pençesinde kıvranan işçiler.
Etkinlikte yapılan sunum, okunan şiirler, marşlar gerçekten birçok şeyi çok yalın bir şekilde anlatıyordu. İçinde yaşadığımız bu sömürülü sistem gerçekten işçi ve emekçileri çok olumsuz koşulara itiyor. Bir taraftan bu kadar bolluk varken diğer taraftan işçiler yoksulluk içinde kıvranıyor. Dünyanın her yerinde ücretler düşürülüyor, iş saatleri uzatılıyor, sağlık paralı hale getiriliyor, terörle mücadele adı altında baskı yasaları ağırlaştırılıyor. Eğer bizler bu duruma dur demezsek, kapitalist sistem altında bu sorunları sürekli yaşayacağız. Geçmiş işçi kuşakları gibi mücadele etmezsek bu durum böyle sürecek ve tüm yaşam yok oluşun eşiğine gelecek.
Patronlar krizlerin yokluktan olduğunu söylüyor. Bu koca bir yalan. Yaşadığımız çevreye bakmamız bunun yalan olduğu gerçeğini ortaya çıkarıyor. Dışarı çıktığımızda pazara, mağazalara baktığımızda her şeyin çok bol olduğunu görüyoruz. Aslında krizler de, bizim yararlanamadığımız bu bolluktan kaynaklanıyor. Patronlar bol olan bu ürünleri pazarlayamayınca, yeni pazar alanlar için başka ülkelere savaş bile ilan ediyorlar.
Etkinlikteki şu kare gözlerimin önünden gitmiyor: Uzun süre işsiz kalan bir işçi “iş istiyorum” diyerek bağırmaya başlıyor. Patronların düzenini korumakla görevli polisler ise “al sana iş, al sana iş” diyerek bu işçi kardeşimizi öldüresiye dövüyorlar. Aslında şu gerçekliğin de ifadesi bu olay: Tek tek mücadele etmeye kalktığımızda patronlar tarafından bizlere aynı son yaşatılıyor. Oysa tek tek değil işçi ve emekçiler olarak örgütlenip birlikte hareket ettiğimizde bu lanet olası sistemi yıkabilir ve tüm sorunları ortadan kaldırabiliriz. Onun için işçi sınıfının o haklı davasında yerimizi almalıyız. Bir arkadaşım şöyle diyordu: bir dilencinin gözüne baktığımda bu sisteme olan öfkemi görüyorum. Gerçekten de insanlığın kurtuluşu için işçi sınıfının mücadele saflarında yerimizi almaktan başka çaremiz yok.
Patronlar sonunda büyük bir patlama olacağını, işçilerin ayaklanacağını bildikleri için her türlü tedbiri alıp örgütleniyorlar. Biz işçi ve emekçiler de örgütlenip insanlığın ve tüm yaşamın kurtuluşu için mücadele etmeliyiz. İşçi sınıfının önderlerinden Kızıl Rosa’nın dediği gibi: Ya sosyalizm ya barbarlık!
Yaşasın proletarya, yaşasın onun soylu davası, yaşasın devrim!
Gebze’den UİD-DER üyesi bir işçi