You are here
Yasan Direnişçilerini Ziyaret Ettik
Fabrikadaki çalışma koşullarından bahseder misiniz?
1976 yılında kurulan bu fabrikada yaklaşık 133 işçi çalışıyor. İçeride çalışan arkadaşlarımızın çoğu 4-5 yıllık elemanlar, ama 11-12 yıldır çalışanlar da var. Yaş ortalaması 27-28. İşveren emekli işçileri de çalıştırıyor, yeni genç işçileri de. Sendikalaşmadan önce koşullarımız kötüydü. Asgari ücret alıyorduk. Zorunlu mesai yapılıyordu ve işveren işçilerin mesaiye kalması için imza attırıyordu, zorluyordu. 12 saat çalışmak artık canımıza tak etmişti. Mesaimizi, maaşımızı gününde ödüyordu ama iş kazaları yaşanıyordu. Fazla mesailer bizi bezdiriyordu. İşyerinde neredeyse kişi başına bir kamera düşüyor. Kameralarla bizi her an izliyorlar. Çalışırken bir sürü iş kazalarına maruz kalıyoruz. Ayağı kopan, parmakları kopan işçi arkadaşlarımız var. Kaynak gözlerimizi alıyor. İşveren sadece tazminat ödüyordu. Sendikaya üye olduktan sonra, işveren bizi yıldırmak için maaşlarımızı geciktirmeye başladı. Bir de işyeri içinde eşine ait olan bir taşeron firma kurdu. Orada da 15 işçi çalışıyor. Örgütlülüğü parçalamak için elinden geleni yapıyor. Şu an içeride 77 işçi arkadaşımız sendikalı.1998’den beri sendikalı olarak çalışıyorsunuz. Sendikalaşma sürecinizden bahseder misiniz?
1997’de biz bu böyle olmaz dedik. İşverene haber verilmiş: “Senin işyerine sendika sokulacak” diye. İşçiler mi, sendika şubesi mi haber verdi anlayamadık? O dönemde işveren bizi korkutmak için, bu işle alakası olmayan 13 arkadaşı işten attı. 11 arkadaş bir araya geldik ve örgütlenmeye devam ettik. 15 günde örgütlenmemizi sağladık. İşveren çok zor durumda kaldı. 1998’de 11 kişiydik. Canımızdan bezdik, artık dur demek için sendikaya üye olduk. Sonra 30 kişi olduk. Herkesin canına tak etmişti. İhracat dönemiydi ve patron çok zor durumda kaldı. O zaman da biz işi bıraktık. Doğruca sendikaya gittik ve işveren de sendikayı kabul etmek zorunda kaldı. İşveren daha önce, “işyerini kapatırım, kapıya kilit asarım, sendika almam” diyordu. Ama kabul ettirdik.Sendikalı olduktan sonra neler yaşadınız?
Sendikalı olduktan sonra işveren bize ve örgütlülüğümüze karşı daha açıktan saldırılara başladı. Maaşlarımızı, mesailerimizi 2002 yılından bu yana geciktiriyor. 2006 yılının ikinci dönemini hâlâ ödemedi. Sözleşmemizden doğan haklarımızı zamanında ödemiyor, paramızı iç ediyor. Sendika şubesi de buna yeteri kadar ses çıkarmıyor. Daha önce de işçi arkadaşlarımız işten atılmıştı. Çeşitli bahaneler uyduruldu. Son dönemlerde ne hikmetse işveren bir türlü kâr edemiyor! Genel merkez bize sahip çıkıyor ama işverenle görüşen şube, patronla işbirlikçi tutum içinde. Daha önce de işten atılmalara ses çıkartmadı, şimdi de. Sendikalaşma sürecimizde bu işi yürüten öncü arkadaşlarımızı hep işten attılar. Şimdi sıra bize geldi.
Sizin işten atılmanız ve direnişe başlamanız nasıl oldu?
4 Mayıs 2007 tarihinde şube başkanı işvereni ziyaret etti ve ayın 7’sinde de işveren iş olmadığını, zararda olduğunu söyleyerek 11 işçiyi işten atacağını duyurdu. Şube istemediği işçiyi işten attırıyor. Temsilci de yine şube başkanının adamı. İşverenle başkan pazarlık yaptılar ve aynı akşam da bunu duyurdular. Bugüne kadar işyerinde iş olmadığını görmedik. Bir haftada 16 tır yüklüyoruz. Biz de bu duruma müdahale ettik. İşveren ayın 7’sinde 7 işçiyi işten çıkarttı. Biz de 21 gündür direnişteyiz. Bugüne kadar sustuk, hep bizi avuttular ama artık yeter dedik. Bir arkadaşımız tazminatını alarak ayrıldı. İşveren 4 işçiyi daha atacaktı ama tepkilerle karşılaşınca çıkışları durdurmak zorunda kaldı. Genel merkezle olan görüşmelerde işveren, “daha önce de işçi çıkarttık ama hiç böyle bir durumla karşılaşmadık” diye dert yanıyor.
Fabrika içindeki durum nedir? “İşçiler tepkili” dediniz, sizi işe geri aldırmak için neler yapıyorlar?
Önce biz içeride şubenin adamı olan temsilciyi görevinden indirdik ve yeni üç tane temsilci seçtik. Daha öncesinde temsilciler hep atama ile göreve geliyorlardı. Normalde Birleşik Metal-İş’in tüzüğünde temsilcilerin atamayla değil seçimle işbaşına geleceği yazıyor. Ama şube bunu kendi çıkarına göre yonttu bugüne kadar. Şimdiye kadar içerideki arkadaşlarımız öndersiz kaldıkları için çok bir şey yapamadılar. Bir tek yemek boykotu yaptılar. Yemek boykotu bile işverene bir tepki oldu. Ne kadar birbirimize bağlı olduğumuzu gösterdik. İşveren şimdi çok daha zor durumda. İçerideki arkadaşlarımıza 12 saat çalışmayı teklif ettiler, biz kabul ettirmedik. İşveren iş ilanı verdi. Kapıya “kaynakçı alınır” diye yazdı. Biz de tüm bunları onun aleyhine kullanacağız.
Çevre fabrikalardan direnişinize destek var mı?
İmes içinde Mert Akışkan Plastik, UNO ekmek fabrikası işçileri geldiler. Çevreden gelen sınıf kardeşlerimizin desteği bize moral veriyor. Biz bu mücadeleyi yalnızca kendimiz için yürütmüyoruz. Bu bir sınıf mücadelesi ve kazanmamız demek hepimizin kazanması anlamına geliyor. İnsanca yaşanacak bir gelecek için mücadelemizi sürdürüyoruz.
Daha önce direniş ya da grev deneyimi yaşamış mıydınız? Ya da çevrenizde yaşanan grevleri direnişleri ziyaret etmiş miydiniz?
Daha önce direniş ya da grev yaşamadık. Fabrikanın tarihinde de bu ilk direnişimiz. Çevremizdeki direnişleri ziyaret etmiştik ama temsilci, şubenin adamı olduğu için fabrika olarak gidememiştik. Tuzla tersanesi direnişlerini, UNO ekmek fabrikası direnişini, Serna-Seral grevini ziyaret etmiştik birkaç arkadaşla birlikte.
Direnişinize ailelerinizin tepkisi nasıl? Ailelerinizi de mücadelenize katmak için neler yapıyorsunuz?
Eşlerimize anlatıyoruz. Onların da bilinçli olması gerekli. Çocuklarımız direnişte olduğumuzu biliyorlar. Evde slogan atmaya başladılar, “Yasan işçisi yalnız değildir” diye. Biz geleceğimiz için mücadele ediyoruz, hepimizin geleceği için.
1 Mayıs’a katıldınız mı?
1 Mayıs’a fabrika olarak değil ama birkaç arkadaşla katıldık. 1 Mayıs bizim mücadele bayramımız. Alanlarda tek ses olmamız önemli. Onurlu bir yaşam ve onurlu bir gelecek için mücadele etmemiz şart. Hep birlikte mücadele edelim. 1977’de otuz kişiyi öldürdüler ve hesabını vermiyorlar. Onlar insandılar, işçiydiler, mücadele eden insanlardı. Bu insanlara nasıl kıydılar? Hâlâ hesabını vermiş değiller. Onlar için alanlara çıkmamız şart. Taksim’i eğlenceye açıyorlar ama işçilere yok.
Son dönemde sermayenin azgın saldırılarıyla karşı karşıyayız. Dünyada yaşanan bir savaş süreci var. Her yerde daha baskıcı yasaları gündeme getirip meclislerden geçiriyorlar. Türkiye’de de durum farklı değil. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Yeni yasalarıyla suçluyu suçsuzu hep bir araya katıyorlar. Sendikal mücadele veren de, hakkını arayan da hepsi suçlu oluyor. Bu yasanın haberini aldığımdan bu yana uyumuyorum. Rüşveti veren, adamı olan huzurlu olacak, olan yine biz işçilere olacak. 1980 askeri faşist darbesi Türkiye’de tüm toplumu sildi. Mücadele eden insanları yerlerinden yurtlarından etti. Boynumuzu eğelim ama nereye kadar? Bu 550 tane yiyiciyi tepemizden indirmemiz lazım. Savaşlar hep bize karşı. Hepsi işçileri daha fazla sömürmek için yapılıyor. Biz bunların karşısında mücadele etmeliyiz ve daha güzel bir dünya kurmalıyız.
Son olarak UİD-DER’li kardeşlerinize söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Sömürüye karşı hep beraber mücadele edelim. Patronların dini, imanı, toprağı, vatanı paradır. Ama şunu iyi bilelim biz varsak patron var, biz yoksak yok. İşverenlerden korkmayalım. Mücadele edelim. Okuyalım. Okursak öğreniriz, okursak biliriz, okursak nasıl mücadele etmemiz gerektiğini de görürüz. İşçi arkadaşların birçoğu bizleri anlatan dergileri ve kitapları okumuyor. Boynumuzu eğmeyelim, bu sömürü düzenine karşı mücadele edelim. Bizim yaptığımız sınıf mücadelesidir. Sınıfımıza, mücadelemize sahip çıkalım. Bize verdiğiniz desteğinizden dolayı teşekkür ediyoruz. UİD-DER’li arkadaşlarımıza selamlarımızı gönderiyoruz.
Deri-İş’ten Basın Açıklaması