You are here
Fotoğraf, Film, Şiir ve Şarkılarla Emek, Tarih, Yaşam / 3
18 May 2020 - 11:00
Dünyanın Bütün İşçileri Birleşin! Manila Filipinler, 1 Mayıs kutlamaları için çizilmiş bir duvar resmi… Devasa duvar resminde omzunda balyoz olan işçi sert, güçlü ve kararlı bir şekilde bakıyor. Bakışı, aslında kapitalizme karşı işçilerin öfkesinin dile gelmesi… Resmin önünden geçen çocuk sağ elini hafiften kaldırmış, sanki resimdeki işçinin sırtındaki balyoza dokunmak istiyor! İşçilerin birliğini simgeleyen bu çizimi belki de selamlıyor. Filipinler’den Türkiye’ye, Amerika’dan İran’a dünyanın tüm işçileri aynı sınıfın evladıdır. Kapitalizmi yenecek, sömürüye son verecek dünya işçi sınıfına selam!
18 Mayıs - 11.20
Birinci Dünya Savaşı yıllarında insanlık kör bir kuyunun içinde debeleniyor gibiydi. Savaş, açlık, salgın hastalıklar, yitip giden milyonlarca can, dağılan yaşamlar, eşi görülmedik bir yıkım… İşte buydu dünyanın manzarası. 1917’de, bitmeyecek sanılan kara kışın ortasında, adeta bir güneş doğdu dünya haklarının üzerine. Yoksul halklar, ezilenler, işçiler, emekçiler yeniden öğrendiler ümit denilen o muhteşem duyguyu. Haksızı, zalimi, sömürenleri alt etmenin yarattığı coşkuyu soludular taze bir nefes gibi…
İşte Özbekistan’dan bir ses; “şimdi sizin devriniz” diyor işçilere. Ekim Devriminin rüzgârlarının körüklediği coşku ve umutla… Haydi, yine çekelim o rüzgârı ciğerlerimize, yine yaralım karanlıkları Ekim Devriminin ışığıyla!
12.20
1900’lerin başı Amerika… Kapitalist sistemde üretimin ve bölüşümün nasıl tezat olduğunu anlatan bir karikatür… Torbanın en üstünde zenginliğin emek tarafından yaratıldığı vurgulanıyor. Fakat iş bölüşüme gelince, kapitalist bu toplam değerden işçiye ücret diye kırıntı veriyor… Kapitalizmde üretim araçları gibi üretim de toplumsallaşmıştır. Özellikle günümüzde, tüm ülkeler küresel üretim bandının bir parçasıdır. Yani üretilen ürünler işçi sınıfı tarafından topluca üretilmekte, zenginlik topluca yaratılmaktadır. Fakat şu garipliğe bakın ki, iş üretilen zenginliğin paylaşımına gelince kapitalist özel mülkiyetin yasaları devreye giriyor. Bu olgu, kapitalizmdeki tüm çelişkilerin çekirdeği niteliğindedir. Karikatürün en üstünde “Örgütlen ve asıl hakkın olanı al” yazıyor, biliyoruz ki kapitalizm yıkılmadan bu mümkün değil.
çocuklar ahh çocuklar!
hep böyle gitmeyecek ya …
hep böyle yor yoksul,
ışıksız ve ekmeksiz olmayacak ya…
yarı aç yarı tok yatılmayacak ya akşamları hep böyle
hep bir dere kenarı
hep bir kayanın dibi
ya da bir ağacın altı olamayacak ya evimiz
çocuklar ahh çocuklar!
yüzlerinizdeki gülücük
yüreklerinizdeki sevinç
ve ellerinizin kardeşliği ile kurulacak yeni bir dünya
13.55
Byrant and May adlı bir kibrit fabrikasında çalışan kadın işçiler ağır koşullarda, çok düşük ücretlerle çalıştırılmaktadır. Sadece erkeklerin sendikalı olduğu yıllardır henüz. Çalışma koşullarını iyileştirmek ve para cezası uygulamasını kaldırtmak isteyen kadınlar, üç hafta süren bir grev yaparlar. Üstelik Kibritçi Kızlar Sendikası’nı kurarlar. Üç haftanın sonunda patronun tüm yıldırma ve karalama girişimlerine karşı kararlı duruşları ve farklı sektörlerdeki işçilerin dayanışması sayesinde grev kazanımla sonuçlanır. Patron işten atılan işçilerin geri alınmasını, para cezalarının kaldırılmasını ve sendikayı tanımayı kabul eder.
Fotoğrafın tam orta yerinde kararlı, gururlu ve dimdik duran kadın göze çarpıyor, o Jones Ana’dır. Dört çocuğunu ve eşini sarıhumma salgınında kaybetmiş ama yaşama direncini, umudunu, inancını hiç kaybetmemiş. Çocuk işçiler grevinde, çocuklarla birlikte kadraja kararlılığını yansıtıyor. 12 yaşın altında, parmakları kesilmiş, elleri sakatlanmış çocuklar, “Biz yalnızca adalet istiyoruz” yazan dövizler taşıyorlar. Philadelphia’dan New York’a yürüyüş başlatan Jones Ana’nın önderliğinde yürüyorlar. Emekçilerin dayanışmasıyla güçlenen bu yürüyüş sonucunda binlerce çocuk 14 yaşından önce fabrikalara girmekten, o çarkların arasında tükenmekten kurtuluyor.
Kira grevleri
En güzel kıyafetleriyle gülümseyen işçi ailelerinin çiçeklerle bezeli bu karesi bir bayram gününe ait değil. 1907-1908 yıllarında Harlem ve Brooklyn’de gerçekleşen “Bu ev kira grevinde” eylemlerinden bir kare bu. Pankartın yanında verdikleri mücadelenin ve sınıf dayanışmasının gururuyla gülümsüyorlar.
1915… Birinci Dünya Savaşı tüm yıkıcılığıyla sürüyor. İskoçya’nın Glasgow kentinde emekçi kadınlar kira grevi eylemi başlatıyor. Fotoğrafta kira grevini başlatan emekçi kadınlar görünüyor. Kadraja gururla poz veriyorlar. Çocuklarıyla birlikte sokağa atılmaya “hayır” diyerek mücadelenin fitilini ateşliyorlar. Govan’ın emektar kadınları, kundaktaki bebekleriyle birlikte tahliye edilmeye çalışılan eve doğru yürüyorlar.
14.50
Bir şeyleri kutluyorlar sanki ama neyi? Tablonun üzerindeki parçalanmış zincirin içinde şöyle yazıyor: “Zulüm Çöktü ve Zincirler Kırıldı!” 1917 Ekim Devrimi… İşçi sınıfının yiğit kadın önderlerinden biri, Rosa Luxemburg şöyle demişti; “Hareket Etmeyenler Zincirlerinin Ne Kadar Ağır Olduğunu Bilmezler!” Takvimler 1917’yi gösterdiğinde, Çarlık Rusya’da harekete geçti işçi sınıfı… Savaştan, kan ve gözyaşından, sömürüden, zulümden bıkıp usanmışlardı, dünyanın tüm ezilenleri için harekete geçtiler. Ekim’de işçiler iktidarı ele geçirdiler. Ve nihayet yıkıldı Çarların, Çariçelerin, hanımların, beylerin iktidarı! Vakurla taşıdıkları levhada yazdığı gibi; “Zulüm Çöktü ve Zincirler Kırıldı!”
Fotoğraf siyah-beyaz, henüz renklendirilmemiş. Fakat anlıyoruz ki renklenmiş işçilerin, yoksulların, emekçi kadınların hayatı… Büyük iş başarmanın kıvancıyla yürüyor işçi sınıfının mücadeleci kadınları… Tarihin yelelerini ellerine geçiren, tarih nehrinin yatağını değiştiren sınıfın kadınları yürüyor. Önlerinde aralarında çocukları dikkat çekiyor. Çoluk çocuk, kadın erkek bir yandan da gülümsüyorlar. Bir halk gülümsüyor Rusya’da! Bu dev gülümseme bir asır öncesinden, Ekim 1917’den evlerimize konuk oluyor. Bir asker birilerini selamlıyor, belki de bizi… Hadi ne duruyorsunuz yıkın artık bu kapitalizmi diyordur belki de, kim bilir…
16.30
1800’lü yıllar… ABD’de büyük sanayi kentleri kuruluyor. İşçi sınıfı serpilip gelişiyor. Kadınlar işçi sınıfının saflarını doldurmaya başlıyor. Yoksul emekçilerin kız çocukları Lowell kasabasının fabrikalarına akıyor, işçileşiyor. Fabrikalarda birlikte pamuk dokuyan kızlar, Fabrika Kızları, mücadeleleriyle geleceği de dokuyor. “Mill Girls” yani Fabrika Kızları’nın mücadelesi bugün ABD’li işçi kadınlara ve dünyanın tüm işçilerine ilham vermeye devam ediyor.
17.40
Sonu görünmeyen muazzam bir insan denizi! İğne atsan yere düşmez dediklerinden… Bu muazzam kalabalığın sahipleri İngiltere’de 6 gün boyunca genel grev yaparak hayatı durduran işçiler… Yıl 1926. Yer İngiltere’nin Bolton kenti. Ülke çapında 1 milyon 700 bin işçi greve çıkmıştı. Grevin başladığı 4 Mayıs günü adeta hayat durdu. Gazeteler basılmadı. Bolton’dan kalkan bütün trenler durdu. Gece yarısı ise tramvaylar çalışmaz oldu. Yetkililer tren ve otobüsleri işletmek için çoğu küçük-burjuva üniversite öğrencilerini kullandılar. Londra limanlarından malzeme yüklemek için asker gönderdiler. Polis ve işçiler arasında çatışmalar yaşandı ve en az 4000 grevci tutuklandı. Altı gün süren grev, çeşitli nedenlerle kazanımla sonuçlanmasa da ülke çapındaki etkileri çok büyük oldu. Grev, 1917 Ekim Devriminin dünyada estirdiği rüzgârın İngiltere’ye yansımasıydı. İşçi sınıfının içindeki devrimci ruh uyanmıştı adeta. Dönemin burjuva gazeteleri grevin devrime dönüşmesinden duydukları korkuyu yazdılar. Örneğin Daily News, bu grevin sıradan bir ekonomik grev olmadığını, hükümeti yıkabilecek ve halkın özgürlüğünü elinden alabilecek bir devrimci hareket olduğunu yazıyordu.
Bundan neredeyse yüz yıl önce, 1926’da, Britanya’da gerçekleşen genel grevden bir kesit. O günün teknolojisi henüz o kadar gelişkin değil. Görüntüler siyah-beyaz, görüntülerdeki insanların sesleri yok. Ama bir milyon 700 bin işçinin meydanlara döküldüğü, koca ülkeyi sarstığı 1926 Genel Grevinin büyüklüğünü, işçilerin öfke ve kararlılığını görmek için çok gelişmiş bir teknoloji olması gerekmiyor. Bu siyah beyaz insan seli tek vücut olmuş işçilerin gücünü gösteriyor. Arkada çalan şarkıda dediği gibi “işçi sınıfının kahramanları” yürüyor.
18.30
Kanada’nın Fraser Nehri, altına hücum döneminden beri ünlüdür. Ama hepsi bu kadar değil. Fraser kıyısındaki demiryolu inşaatında çalışan işçiler 1912 yılında greve çıktılar. Daha kısa işgünü ve daha yüksek ücret talep ediyorlardı, çalışma ve yaşam koşulları iyileşsin istiyorlardı. Greve çıktılar ve unutulmaz bir mücadele verdiler. Direnen o işçiler için, Kanada’nın Fraser Nehri kıyısındaki demiryolu inşaatında çalışan o işçiler için bir şarkı yazıldı. O şarkı işçilere “kulak verin anlatacaklarıma” diyor. O halde kulak verelim Fraser’lı kardeşlerimize…
19.40
1920’lerin başları… “Kükreyen yirmiler” olarak adlandırılan yıllar. ABD’de baş döndürücü bir üretim patlaması yaşanıyor, borsalar yükseliyor, ekonomi adeta kükrüyordu. Egemenler zenginlik ve mutluluk rüyaları anlatıyordu. Ancak bu yılların sonu, Büyük Çöküşün başlangıcı olacaktı. Takvimler 24 Ekim 1929’u gösterdiğinde, ABD’de herkes bambaşka bir güne, bir kâbusa uyandı. Şirketler iflasa sürüklendi; fabrikalar, tersaneler, madenler kapandı. Adına Büyük Buhran dedikleri bu kriz, borsanın ve sanayinin kükreyişini dize getirmişti. Bazen söz biter ve sadece gerçek kalır: İşte 1930’ların başında emekçilerin itildiği yaşam…
Kısa süre içinde 15 milyon işçi işten atıldı. Sokaklar işsiz ve aç dolaşan insanlarla dolup taştı. 1932 yılının New York’undan bir fotoğraf… ABD’li işçiler, ip gibi dizilmişler. Sıra arkalara uzadıkça genişlemiş, fotoğrafçı kadrajı öyle güzel oturtmuş ki bu işçi yığınının sonsuzluğunu verebilmiş bizlere… New York’un belediye lojmanlarında ücretsiz akşam yemeği yemek için saatlerce bekleyen işçilerden oluşan bir kuyruk. “Rüyalar Ülkesi” ABD’nin fotoğrafı bu. Bugün de durum farklı değil. Son 4 hafta içinde 36 milyon işçi işten atılmış durumda…
Florence Owens Thompson, henüz 32 yaşında Amerikalı bir anne, bir çiftçi. “Migrant Mother” diyorlar ona yani “Göçmen Anne.” Büyük Buhran yılları... Yoksulluğun yüzde yetmiş beşlere çıktığı, kitlelerin sefalete sürüklendiği yıllar. Kucağında bebesiyle kederli, öfkeli gözlerle dalmış düşüncelere. Nasıl yapmalı, nasıl kurtulmalı bu çıkışsızlıktan? Bir ikona dönüştürülmüş Göçmen Ana. Hâlâ onca acının reva görüldüğü milyonlarca ananın temsili olmaya devam ediyor. Hasan İzzettin Dinamo’nun Savaş ve Açlar’ından fırlayan bizim Şakire gibi. Dul kalmış, bin bir zorluk içerisinde çocuklarına kol kanat germeye, hayata tutunmaya çalışan onurlu bir ana…
20.40
1929 sonrasında Amerikan işçi sınıfı susup kaderine razı olmaz ve büyük bir grev dalgası başlar… İşte o grevlerden bir sahne: Coşkuları, mutlulukları nasıl da yansımış fotoğrafa. Ağız dolusu gülüşleriyle o kadar canlılar ki, sanki biraz kulak kabartsak sloganlarını, şarkılarını duyacağız! Haksızlığa karşı mücadele etmenin verdiği haklı gururun yarattığı mutluluk başka hiçbir şeye benzemez. Bu gencecik kadınlar 27 Şubat 1937’de Woolworth’un Detroit’teki en büyük mağazasında “grev” diyerek mağazayı işgal eden 108 kadından birkaçı. Talepleri sendikanın tanınması, ücret artışı, 8 saatlik iş günü, 48 saatlik çalışmanın ardından tatil, fazla mesai ücreti, işe yeni alınacak işçilerin de sendikalı olması ve işe döndükten sonra grevci işçilere ayrımcılık yapılmamasıydı. Onlar işgal eylemini sürdürürken erkek işçiler çocuk bakımı ve ev işlerini üstlenerek grevci kadınlarla dayanışma gösterdiler. İşgal kazanımla sonuçlandı ve talepleri kabul edildi. Hem de sadece grevde olan 2 mağaza için değil bütün Woolworth mağazaları için…
21.40
Romalı egemenler kurdukları sınırsız imparatorluğun asla yenilmeyeceğini düşünüyorlardı. Kibirden başları öylesine dönmüştü ki, dünyaya hâkim olacaklarını sanıyorlardı. Bu yanılgı, diğer imparatorlukları, krallıkları, devletleri ve onların egemenlerini de hep takip etmiştir. Zaten kibir egemen sınıfın düşünce yapısının doğal sonucudur. Emekçilerin emeği sayesinde kurdukları düzeni, sanki kendileri yoktan var etmiş gibi hisseder, kendilerinde ilahi bir güç varmış vehmine kapılırlar. Peki, tarihe bir bakalım? 1917-18 arasında, kudretli Alman, Osmanlı, Rus ve Avusturya imparatorlukları çöktü. Tüm Roma sınırlarına duvar çekmeyi hayal ederek İmparatorluğu ayakta tutabileceğini sanan Hadrianus uyansa, beyhude çabasından dolayı pişmanlığını ifade eder miydi? Etmezdi! Çünkü sömürü varsa kibir de vardır. Ama kibir dağları egemenleri kurtarmadı, kurtarmayacak!
22.30
1935 yılında Halk Cephesi’nin bir mitingi. İşçi sınıfı partileriyle cumhuriyetçilerin bir araya gelerek kurduğu Halk cephesini işçiler, yoksul köylüler büyük bir umut ve coşkuyla selamlıyorlar.
İspanya… Yürekli kadın ve erkek işçilerin, mücadeleci Asturya madencilerinin ülkesi... Egemenlerin tüm baskılarına ve zulmüne rağmen her seferinde ayağa kalkmayı başarmış, mücadele geleneğinin kesintiye uğramasına izin vermemiş emekçilerin ülkesi... Uzun yıllarını egemenlerin çıkar çatışmaları dolayısıyla yapılan darbelerle geçiren İspanya’da, 1931’de cumhuriyet ilan edildi. Ancak ne köylülere sözü verilen toprak reformu yapıldı ne de işçilerin beklediği haklar verildi. Bunun üzerine ülke çapında başlayan protestolar, toprak işgalleri, grevler hiç durmadı. Egemenler istedikleri “düzeni” sağlamakta zorlanıyorlardı. 1936 yılında emekçilerin büyük çoğunluğunun desteklediği Halk Cephesi’nin seçimleri kazanması da yatıştıramamıştı ülkedeki kaynamayı. İspanya hızla devrime gidiyordu! Dünyada faşizm rüzgârları eserken faşist Franco birlikleri işçilerin, yoksul köylülerin hareketini bastırmak için İspanya’ya girdi. Üç yıl süren iç savaşın ardından Franco faşist diktatörlüğünü ilan etti. Ama faşizme karşı mücadele eden yiğit kadınlar, işçiler, emekçiler diz çökmediler Franco’nun çizmelerinin önünde! Faşist rejim ilerleyen dönemde işçilerin bir araya gelerek örgütlenmesini engelleyemedi.
İspanya’dan yine bir insan seli manzarası… La Plaza Meydanını hınca hınç dolduran kitlenin yalnızca bir kısmı görünüyor. Kitle yüzünü başka yere dönmüş olsa da fotoğraflarının çekildiğini gören birkaç İspanyol emekçi, objektife çevirmiş gülen bakışlarını. Yüzlerinde zafer kazanmış olmanın gururu ve coşkusu var. 1936 yılında yapılan seçimlerde destekledikleri Halk Cephesi’nin seçim zaferini kutluyorlar.
İspanya
Kimimiz altmışındadır kimimiz gitti daha ötelere kimimiz bir avuç kemiktir çoktan
İspanya gençliğimiz
İspanya bir kanlı güldür göğsümüzde açılmış
İspanya arkadaşlığımız ölümün karanlığında
İspanya arkadaşlığımız aydınlığında altedilmez umudun
ve koca zeytin ağaçları yırtık pırtık ve toprak sarı ve toprak kırmızı ve delik deşik
kimimiz altmışındadır kimimiz gitti daha ötelere kimimiz bir avuç kemiktir çoktan
39’da düştü Madrid
acı tatlı neler geçti o gün bugündür başından insanoğlunun
İspanya 39’da düştü
öfkeli sıcak sesi geliyor Asturya madenlerinden 62’de
Bilbao’da aydınlığı alt edilemeyen umudumuzun
İspanya gençliğimizdi İspanya gençliğimizdir
İspanya alınyazımızdadır hepimizin
20 Mayıs 962, Moskova Nâzım Hikmet
Oğulları Ölen Analara Türkü
Onlar ölmediler yok,
Ateş fitiller gibi:
Dimdik ayakta,
Barut ortasındalar!
…
Analar, onlar ayakta
Buğday içindeler, onlar,
Yücelerden yüce dururlar:
Dünyayı doruktan seyreden,
Bir öğle güneşi gibi…
…
Ben ölmedim der,
Yumrukları;
Yukarı kalkık yumrukları,
Daha.
Bunca yere düşmüşlerden,
Yenilmez bir hayat doğar:
…
Analar
Dursun,
Dursun yas esvaplarınız.
Yığın derleyin
Gözyaşlarınızı;
Bir metal oluncaya kadar:
Bununla vuracağız,
Gündüz gece;
Bununla çiğneyeceğiz,
Gündüz gece;
Bununla tüküreceğiz
Gündüz gece
Kin kapılarını,
Kırıncaya kadar.
Pablo Neruda
23.20
Hangi taraftasın?
Videodaki görüntüler, 1937’de Amerika’da otomobil işçilerinin grevlerinden, çeşitli sektörlerde ve ayrıca madenlerde verilen mücadelelerden sahneler içeriyor. 15 farklı kentte 150 bin işçiyi kapsayan grevde, işçiler General Motors patronuna ve üzerlerine salınan polise karşı sert ve kararlı bir mücadele sergilemiş ve sonunda kazanmışlardı.
ABD’de 30’lu yıllar işçi sınıfı ile patronlar sınıfı arasında büyük kavgaların yürüdüğü yıllardır. 1929 krizinin sefalete ittiği her sektörden işçiler, emekçiler bu durumu kabul etmediler ve harekete geçtiler. İşsizlerin mücadelesi, otomobil fabrikalarında başlayan sendikalaşma hareketleri müthiş bir grev fırtınasına dönüştü. Çetin bir kavganın yürüdüğü yerlerden biri de Harlan Madeni’dir. Harlan madencileri patronların yanında saf tutan satılmış sendika yerine başka bir sendikada örgütlenmeye karar verdiklerinde şerifiyle, hakimi ve savcısıyla devlet ve şirket sahipleri saldırıya geçtiler. Madencilerin talepleri “vatan hainliği” olarak gösterilmeye, işçi evleri şerif ve çeteleri tarafından basılmaya, işçiler ve aileleri darp edilmeye hatta öldürülmeye başlandı.
Sendika üyesi ve iyi bir örgütçü olan madenci Sam Reece de öldürülmek istenen kişilerden biriydi. 1931 yılında Şerif Blair ve şirketin kiralık muhafızları tarafından Reece’in evi basıldı. Fakat Reece öncesinden bilgi aldığı için evden ayrılmıştı. Şerifin baskını sırasında Reece’in eşi Florence Reece ve çocukları evdeydi. Florence Reece, o an grevcilere yardım etmek için bir şeyler yapması gerektiğini hissederek, mutfaktan kopardığı bir takvim yaprağına “Which side are you on?” yani “Hangi Taraftasın?” şiirini karaladı:
Gelin hepiniz, ey yoksul işçiler
Size güzel haberlerim var
O köklü ve güçlü sendikamız
Bizleri örgütlemeye geldi.
Hangi taraftasın?
Harlan Kasabasına gidersen
Yoktur orada tarafsız kimse
Ya sendikalı olacaksın
Ya da Şerif Blair’in haydutlarından
Başımızda nöbet tutmaları gerekliymiş
Çocuklarını eğitmek için
Lüks içinde yaşıyor onların çocukları
Bizimkiler sefalet içinde
Baylar, buna katlanabilir misiniz?
Söyleyin bana, nasıl katlanabilirsiniz?
Alçak bir grev kırıcı mı olacaksınız?
Adam gibi adam mı?
Babam bir madenciydi benim
Şimdi kara listelerde, işsiz
Sizinle olacak o işçi kardeşlerim
Mücadelemiz zafere ulaşıncaya kadar!
Yazdığı şiiri eski bir kilise melodisiyle birleştiren Florence ilk kez kızlarıyla birlikte “Hangi taraftasın?” şarkısını sendika salonunda madencilere söyledi. Daha sonrasında Florence’ın ortaya çıkardığı eser grevcilerin marşına dönüştü ve dönemin mücadeleci müzisyenleri tarafından sahiplenilerek yeniden bestelendi. Büyük buhran döneminde işçilerin yaşadıkları sefalet koşullarında “Kanlı Harlan”dan gelen böylesi bir sesleniş, yıllar geçtikçe eşitsizliğe karşı mücadelede bir sembol haline geldi.
23.45
00.00
Koş çocuğum koş
Sanayi devrimi döneminde yaşamış İngiliz bir kadın romancı yazdığı romanın kahramanının ağzından şöyle diyordu: “Sanırım cehennemi gördüm, cehennem beyaz, kar beyaz…” Çünkü o bembeyaz pamuk, dokuma tezgâhlarında ipliğe, kumaşa dönüştükçe küçücük işçi çocukların ömrü yitip gidiyordu, kar beyazı tozların içinde. Ciğerleri parçalayan öksürüklerle sarsılan genç, cılız bedenler durup dinlenmeden çalışıyor, sonra makinelere kurban oluyordu. Sonra her şey simsiyah oluyordu, simsiyah. Ve işçi çocuklar için ölmek, acıların dinmesi demekti çok kez. Dokuma fabrikaları gibi pamuk tarlaları da elleri, adımları küçücük çocukların, gençlerin, kadınların alın teriyle beyaza dönüyor ve o beyazlık cehennemî bir beyazlık. İşte kapitalizm bu! Bulut beyazı, pamuk beyazı, süt beyazı bile anlamını yitiriyor…
Ama durun, durun ve dinleyin: O pamuk tarlalarından türkü sesleri geliyor. Pamuk toplayan işçi çocukların yüreği her şeye rağmen kıpır kıpır, onlar uzak hayallerine çengel atmak istiyor. İşte biz o hayallere sevdalı, işte biz o hayalleri gerçek kılmaya ant içmiş bayrak yarışçılarıyız. Koşuyoruz var gücümüzle! Adımlar küçük olsa da, hayaller uzak olsa da, insanlar karşı dursa da koşuyoruz. Yola çıktık bir kere, istim aldık bir kere, hedefe kilitlendik bir kere, kim durabilir önümüzde! UİD-DER Müzik Topluluğu umut edenler, koşanlar için söylüyor.
Ne güzel bir koşudur bu! Ne güzel bir yoldur bu!
Koş çocuğum koş! Hedef önünde, bayrak ellerinde, umut sende… Koş çocuğum koş!