You are here
Haziranda Ölümsüzleşenlere…
kökü burda yüreğimde yaprakları uzaklarda bir çınar ıslık çala çala göçtü bir çınar …
Nâzım Hikmet, Orhan Kemal, Ahmed Arif… Hayatları boyunca işçilerin, emekçilerin, ezilenlerin yaşamını, çilesini, özlemini, mücadelesini anlatan eserler ortaya koyan bu üç çınarımız, köklerini bu toprakların işçilerinin, emekçilerinin, sosyalistlerinin yüreğine salarak ölümsüzleşti bir haziran günü... Nâzım Hikmet 3 Haziran 1963’te, Orhan Kemal 2 Haziran 1970’te Ahmed Arif 2 Haziran 1991’de ayrıldı aramızdan.
Onlar yaşamları boyunca doğru bildikleri yolda yürüdüler, aynı baskılarla karşılaştılar, aynı dirençle karşı koydular zalimlere. Yeteneklerini zenginleşmek için değil bu toprakların emekçi insanlarının sesine ses olmak için kullandılar. Bu nedenle de hem yaşadıkları dönemde hem de ölümlerinin ardından işçiler, emekçiler, gençler ve toplumun geniş kesimleri tarafından sevilen, değer verilen, örnek alınan sanatçılar oldular. Ortaya koydukları eserler geçmişi geleceğe bağlayan sağlam köprüler oldu kuşaktan kuşağa.
Nâzım Hikmet’le yalnızca Anadolu insanının değil Asya’dan Avrupa’ya dünya emekçilerinin yaşamını ve mücadelesini öğrendik mesela. Anadolu’da 600 yıl önce “yârin yanağından gayrı her şeyde her yerde hep beraber diyebilmek için” isyan eden Şeyh Bedreddin’i de anlattı şiirlerinde. İkinci Dünya Savaşında Nazilere karşı kahramanca bir savaş veren partizanlardan genç Tanya’nın cesaretini de, ABD’de iyiliğin, güzelliğin hâkim olduğu bir dünya için mücadele eden Sacco ile Vanzetti’nin ölüme meydan okuyuşlarını da… Nâzım Hikmet’in şiirlerini okumak yasaktı. Çünkü onun şiirleri işçilere umut ve mücadele coşkusu veriyordu. O işçi sınıfının daha güzel bir dünya kurma mücadelesine sonsuz, yürekten bir inanç taşıyordu. Onun şiirlerini okuyan işçiler de bu dünyadan etkileniyor, mücadeleye daha bir şevkle sarılıyordu.
Orhan Kemal de roman ve hikâyeleriyle işçi sınıfının safında yer aldı. Nâzım Hikmet’in sadık bir öğrencisi olmasının yanı sıra hapis ve yasaklara rağmen kalemini eğip bükmedi. Bereketli Topraklar Üzerinde adlı romanında şöyle diyordu: “Bir insan ya insan olmalı, insanlar için canını vermeli ya da kalabalık etmemeli dünyamızı! Ben bunu bilir bunu söylerim.” Çukurova’da veya İstanbul’un kenar mahallelerinde yaşayan işçi ve emekçilerin hayatlarını derinlemesine yazdı. Onun romanları hem dönemin koşullarını anlatır hem de köylerden kentlere akan emekçilerin yaşadığı değişim sancısını… Kenti, fabrikayı, sömürüyü daha yeni tanımaya başlamıştır işçileşen emekçiler. Romanlarında, hikâyelerinde, öykülerinde şöyle bir görünüp kaybolan Kılıç Ustalar, İzzet Ustalar, Sarı Mehmetler, bugün örgütlenerek ve bilinçlenerek boy veriyor işçi sınıfının bağrında.
Ve Ahmed Arif… Zalimlere karşı ayağa kalkan halkların, Köroğlu, Dadaloğlu, Pir Sultan ve Bedrettinlerin isyan yurdu Anadolu’yu, Anadolu’nun boyun eğmez mert insanını, sevdalarını, barışa ve kardeşliğe olan özlemini anlattı şiirlerinde. O da dostları gibi yazdığı şiirler nedeniyle hapse atıldı, sürgüne yollandı. Şiirleri yasaklandı. Ama bu sömürü düzeni Ahmed Arif’i de teslim alamadı. Şiirleri elden ele dolaşır; evlerde, kahvelerde, yurtlarda, meydanlarda okunurdu. Onun şiirleri yürektendir, hüznünü ve kırgınlığını anlar insanın ama direnç ve dayanma gücü aşılar:
Öyle yıkma kendini, Öyle mahzun, öyle garip... Nerede olursan ol, İçerde, dışarda, derste, sırada, Yürü üstüne üstüne, Tükür yüzüne celladın, Fırsatçının, fesatçının, hayının...
Aynı topraklar üzerinde yaşadığımız üç yürek işçisini de özlemle anıyoruz. Onları unutmuyoruz çünkü bizlere bıraktıkları eserler hâlâ capcanlı. Onlar, ölümlerinden sonra bile sömürü ve zulmün son bulacağı, barışın ve kardeşliğin hüküm süreceği, çocuklarımızın doyasıya gülüp oynayacağı bir yeryüzü cenneti yaratma düşüyle dövüşenlere güç veriyorlar. Engelleri aşa aşa akan tarih nehrine tanıklık eden ve tanıklıklarını bizlere ulaştıran yürek işçilerine sahip çıkıyoruz. Kavgamızın ozanlarını, yazarlarını saygıyla anıyoruz. Aradan asırlar geçse de onlar, büyük insanlığın kurtuluş mücadelesinde yaşamaya devam edecekler!