You are here
1999’dan Bugüne Önlem Yok, Adalet Yok!
17 Ağustos 1999 Marmara depreminin üzerinden 25 yıl geçti. Marmara depremi bu toprakların gördüğü en büyük felaketlerden biriydi. Deprem kuşağında olduğu bilinen Türkiye’de egemenler yine emekçilerin canını hiçe saymıştı. ‘99 depremine kadar irili ufaklı binlerce deprem gerçekleşen Kuzey Anadolu fay hattı üzerinde 1939 Erzincan depremi gibi büyük bir felaket yaşanmış, şehirdeki tüm evler yıkılmış, 33 bin insan yaşamını yitirmişti. Geçen 60 yılda burjuva iktidarlar hiçbir önlem almamıştı. Aynı fay hattı üzerinde yer alan İzmit civarında gerçekleşecek Marmara depremi için seneler öncesinden uyarılar yapan bilim insanlarını yine dinlememişlerdi. Tıpkı bugün İstanbul depremi için yapılan uyarıları dinlemeyen iktidar gibi!
O günün siyasetçileri de önlem almak yerine müteahhitleri beslemekle meşgullerdi. Ranta dönük kentleşme neticesinde depremin etkisi katlanmış ve maalesef 17 Ağustos sabahında yüz binlerce insanın yaşamı altüst olmuştu. Resmi rakamlara göre 18 bin 373 kişi hayatını kaybederken, 50 binden fazla insan yaralanmış, 100 bini aşkın bina ve işyeri yıkılmıştı. Resmi olmayan rakamlara göre ise en az 50 bin kişi hayatını kaybetmişti. Maalesef aynı felaketleri yaşamaya devam ediyoruz. Onca acı ve yıkıma rağmen hiçbir önlem alınmıyor. 6 Şubatta yaşanan can pazarı bunun en yakıcı ve en somut kanıtı oldu. Bir kez daha burjuva iktidarların, devletin ve kapitalizmin gerçek yüzü ortaya serildi. 1999’dan bugüne hayatta kalanların adalet çığlıkları ise hiç susmadı.
Depremlerin ardından açılan davalar bu sistemde adalet mekanizmasının nasıl işlediğini apaçık ortaya serdi. Marmara depreminde yaşanan yıkımlar hakkında 2100 dava açıldı. Ama daha en baştan o günlerde “Rahşan Affı” olarak bilinen Şartlı Salıverme ve Erteleme Yasası, tüm sorumluların adeta imdadına yetişti. 2 bin 100 davanın 1800’ü bu af nedeniyle cezasızlıkla sonuçlandı. Mahkûmiyet kararı çıkan dava sayısı sadece 110’du. Geriye kalan diğer 190 dava ise zamanaşımından düştü. Kocaeli’nde açılan davaların sadece 5’inde, Yalova’daki 173 davanın ise sadece 1’inde sanıklar mahkûm olmuştu. 891 kişinin yaşamını yitirdiği İstanbul’da ise hiçbir mahkûmiyet kararı çıkmamıştı. Bu davalarda sözümona ceza aldığı bilinen Veli Göçer adlı müteahhidin davası 1999 Marmara Depreminin sembolü haline gelmişti. İnşa ettiği binaların çoğu çöken ve 200’ye yakın insanın hayatını kaybetmesine neden olan Veli Göçer, 18 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırılsa da 7,5 yıl hapis yattıktan sonra 2011’de tahliye edildi. 2018’de ise yeni bir müteahhitlik firması kurarak yeniden inşaat yapmaya başladı!
Göçer’in tahliye edildiği yıl gerçekleşen 23 Ekim 2011 tarihli Van depreminde de karşımıza aynı tablo çıktı. Depremin ardından açılan davalarda sorumlular yine büyük bir özenle cezasız bırakıldı. Depreminin ardından Bayram Oteli’nin sahibi Tevfik Bayram 15 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. 4 yıl cezaevinde kalan Bayram, 2016’da çıkartılan bir Kanun Hükmündeki Kararname sonrası tahliye edildi. Söz konusu davada dönemin İçişleri Bakanı Efkan Ala Anayasa Mahkemesinin kararını hiçe sayarak kamu görevlilerinin soruşturulmasına izin vermedi. Van depreminin sembol davası ise 39 kişinin hayatını kaybettiği Sevgi Apartmanı davasıydı. Binanın müteahhidi Salih Ölmez ile İnşaat Mühendisi Murat Kazancı’nın yargılandığı dava, depremden tam 8 yıl sonra 6 Kasım 2019’da sonuçlandı. Ölmez ve Kazancı hakkında beraat kararı verildi.
24 Ocak 2020 Elâzığ Depremi de aynı cezasızlık geleneğiyle hafızalara kazındı. Depremde yıkılan ve 7 kişinin yaşamını yitirdiği Ayken Apartmanı davasında projeyi yapan Yavuz Cihangiroğlu, iyi hal indirimiyle 6 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırıldıktan sonra adli kontrol şartıyla tahliye edildi. Aynı gelenek İzmir ve 6 Şubat depremlerinde de devam etti. Yüzlerce kişinin hayatını kaybettiği depremlere ilişkin yargılamalarda tutuklu sanık kalmadı. Adıyaman’daki Sueda Kent Sitesi’ne ilişkin davada dönemin Kızılay Adıyaman Şube Başkanı olan müteahhit Mehmet Murat Bulut ve ortağı Muhittin Büyük 7,5 ay sonra tahliye edilirken diğer firari sanık hâlâ yakalanmadı. İki kardeşini kaybeden ve annesiyle enkazdan 29 saat sonra akrabaları tarafından kurtarılan Hatice Özçiriş, binlerce depremzedenin öfkesinin tercümanı olarak tepkisini şöyle dile getiriyor: “Türkiye’de adalet diye bir şey yok!” 1999’dan bu yana sıraladığımız tüm bu örnekler aynı gerçeği haykırmıyor mu?
Türkiye’de emekçileri göz göre göre tabut misali evlere mahkûm edenler elini kolunu sallaya sallaya adliye kapılarından çıkıyor. Yüzlerce insanın ölümüne neden olanlar ödüllendirilip milletvekili yapılıyor. Mesela 1999 yılında Düzce’de yaşanan depremde yıkılan ve 20 kişinin ölümüne neden olan Işık Apartmanının müteahhidi Hamza Cebeci ve Fahri Çakır, cumhurbaşkanı danışmanlığından milletvekilliğine mevkiler atlayarak hayatlarına güllük gülistanlık devam ettiler.
Hamza Cebeci “birden fazla kişinin ölümüne sebebiyet verme” suçlamasıyla yargılandığı davada kısa bir süre tutuklu kalıp serbest bırakılınca 2004’te AKP’den Üsküdar Belediyesi Meclis Üyesi olarak seçildi. Daha sonra Büyükşehir Belediyesi İmar Komisyonu üyesi oldu. 2020’de çıkan kararname ile Cumhurbaşkanı Danışmanı yapıldı. Onunla aynı davadan yargılanan ortağı Fahri Çakır ise 2003’te AKP’den Düzce milletvekili seçildi. Milletvekili olmanın bütün ayrıcalıklarını kullanan Çakır, yargılamalardan muaf tutuldu! İşte bu düzende “adalet” böyle işliyor. Adalet sarayları var, hukukun üstünlüğü gibi büyük laflar ediliyor ama gerçekte sistem egemenleri, sermayeyi korumak üzerine kurulu. Adına “adalet” denilen sistemin kendisi adaletsizlik ve haksızlık üretiyor.
Para babalarının, güç, iktidar ve mevki sahiplerinin korunduğu bu düzenin adaleti özellikle bugünkü rejim altında emekçiler için daha da büyük bir zulüm makinesine dönüşmüş durumda. Kanunlar, yönetmelikler, adliye sarayları ve mahkemeler hep güçlüleri, sermaye sınıfını korumak için işletiliyor. Depremlerde, iş cinayetlerinde, facialarda sevdiklerini yitiren emekçiler üstüne bir de baskı ve şiddetle cezalandırılıyor. İktidarlar değişse de cezasızlık geleneği sürüyor. Egemenlerin zulüm düzenine karşı öfkemizi ve adalet çığlıklarımızı örgütlü mücadele altında birleştirmekten başka yolumuz yok. Yaşanan acıların hesabını sormanın ve yeni acılar yaşanmasını engellemenin başka bir yolu yok!
“Şu Ablanız Çok İyi Bir Dinleyicidir”