You are here
“Bizim Hayallerimizi, Sizin Geleceğinizi Çaldılar”
İzmir’den emekli bir işçi
Belediye otobüslerinde boşsa karşılıklı dörtlü koltuklardan şoför tarafında cam kenarına otururum. Oturduğum yerde sola yaslandığımda rahat ederim. Sebebi omurgamdaki eğikliktir. Bedenimdeki daha doğrusu omurgalarımdaki eğikliğin nedeni, 1989 Bahar Eylemleri günlerinde geçirdiğim “iş kazası”dır. İş kazası dediğim sendikal mücadelemiz nedeniyle patronun adamlarının saldırısına uğramamız nedeniyle bir mesai arkadaşımla beraber üç katlı fabrikanın üstünden aşağı atlamak zorunda kalışımızdır.
İşte yine bu şekilde otobüste giderken dörtlü koltukta cam kenarına oturmuştum. Karşımdaki ikili koltuğa bıyıkları ayva tüyünden normal bıyığa dönmeye başlamış iki lise öğrencisi oturmuştu. Gençlerle tanışıp iki sohbet edebilmek için bir süre aralarındaki sohbete kulak misafiri olmuştum. Aralarındaki konuşma çok kısa sürmüştü. Ardından ikisi de cep telefonlarına dalıp gitmişlerdi. Cam kenarında oturanın telefonunda izledikleri cama yansıyordu. Dikkat kesilerek saatime bakmıştım. Gencin izlediği sosyal medya videolarının 5-10 saniyeyi geçmediğini fark etmiştim.
O esnada, şimdilerde yaşı yeni kemale ermiş ve mücadele örgütümüzün çalışkan evlatlarından birinin evinde konuk kaldığımda anlattıkları zihnimden geçiyordu. Bu kardeşim sesiyle, sözüyle, duruşu ve çalışkanlığıyla yolunda yürüyenlerden biridir. “Sermaye sınıfı medyayı ve sosyal medyayı öyle sinsice kullanıyor ki. Örneğin sosyal medya vidolarını 5 saniyeye kadar düşürdüler. Örgütlü olmayan her işçinin aklını, zihnini 5 saniyede bile istedikleri gibi şekillendirebiliyorlar” demişti özetle.
Evet, karşımda oturan iki gençle tanışmak için okullarını ve kaçıncı sınıfta okuduklarını sordum. Aynı okulda lise üç öğrencisi olduklarını söylediler. Sonra okul harçlıklarını ve günde ne kadar yol parası verdiklerini sordum. Okul harçlıklarının bir tost almaya bile yetmediğini, bir tostun 50 lira, bir ayranın 20 olduğunu utanarak ve kızarak anlattılar. Yol parasının ise gidiş dönüş 15 lira tuttuğunu söylediler. O esnada benim yanıma saçları epey kırlaşmış, kilolu, nefes alıp verdiğinde omuzları da kalkıp inen bir erkek oturdu.
İki liseli gence “okullarda öğrencilere ücretsiz yemek verilmesini ister misiniz?” diye sordum. İki genç aynı anda “kim istemez amca? Bütün öğrenciler ister” dediler. Hemen ardından “belediye otobüslerinin bütün öğrencilere ücretsiz olmasını ister misiniz?” diyerek gözlerine baktım. “Amca senin gibi bizi düşünen kimseyle karşılaşmadık. Keşke senin dediklerin olsa, hatta keşke bütün öğrenciler senin söylediklerini dinleseler. Üniversite okumak çok zor, belki de imkânsız olacak. Ailelerimiz ‘liseyi bitir yeter, iş bulup çalış’ diyorlar” dediler.
Yanımda oturan nefes alıp verirken boncuk boncuk terliyordu. Gençlere bakarak “bizim hayallerimizi, sizin geleceğinizi çaldılar. Ben 51 yaşındayım. Çok çalıştım. Babam çok destek oldu. Bir ev sahibi olabildik. Bu ev bizden çocuklarıma kalmayacak. Çünkü yıkım için eve kaç defa kâğıt geldi. Yıkılıp yerlerine yapılacak binalarda bir daire için üç milyon borçlandıracaklar. Üç milyonu bir emekli maaşıyla ödeyebilmenin imkânı yok. Daire istemeyenlere verecekleri para dağın başında bir parça arsa almaya bile yetmez. Üç çocuğum var. Çocuklarımın ev sahibi olmalarını geçtim kiralarını bile ödeyemiyorlar. Emekli oldum. Ama çalışmasam geçinmemiz mümkün değil. Böyle bir dönemi kimse görmemiş. Babam tek başına çalışarak 7 nüfusa bakıyordu. Ev de almıştı. Bana ve diğer kardeşlerime de yardım ederek ev sahibi olmuştuk. Ben çocuklarıma üç milyon borç bırakacağım, daireyi almayı kabul edersem. Ondan diyorum bizim hayallerimizi, çocuklarımızın da geleceğini çaldılar diye. Sizin geleceğiniz de benim çocuklarımın geleceğinden farklı olmayacak” dedi.
Evet, işte böyle sevgili anne-babalar ve genç işçi kardeşlerimiz. Sermaye sınıfı biz işçi sınıfını iliklerimize dek sömürmekle yetinmez. Bizim nasıl evlerde yaşayacağımızdan ne yiyip nasıl besleneceğimize, nasıl ve ne düşüneceğimize dek burnunu sokar. İşine gelmeyen hiçbir şeyi düşünmemizi dahi istemez. Görünmez milyonlarca ağla beynimize sürekli hücum eder. Mesela bir düşünelim. Okullar, hastaneler, belediyeye ait otobüsler, diğer araçlar, yollar ve daha ne varsa tamamı biz işçi ve emekçilerden kesilen vergilerle yapılmış, alınmıştır. Ama bizim paralarımızla yapılan okul, hastane, yol, su ve otobüsleri kullanırken tekrar para öderiz. Yani bizden kesilmiş, alınmış, çalınmış bizim olanları sermaye sınıfı kendisininmiş gibi sahiplenmiş, sefahat içinde yaşıyor.
Evet, sevgili işçi kardeşlerim ister okullarda ücretsiz, sağlıklı, besleyici, hijyenik koşullarda pişirilmiş bir öğün yemek hakkı için, ister sağlıklı, güneş gören, insana yaraşır konutlarda yaşamak için, ister hastanelerde gerçek manada insana yaraşır koşullarda sağlık hakkımız için, ister saymakla bitmeyecek diğer sorunlarımız için olsun tek bir yolumuz var: el ele vererek örgütlü mücadele içerisinde yerimizi almak. Başka dermanı yok dertlerimizin.