
Siyasi iktidarın “aile yılı” ilan ettiği 2025’te nice ailenin ocağına ateş düştü, düşmeye de devam ediyor. Ocak ayında meydana gelen ve 78 kişinin hayatını kaybettiği Kartalkaya’daki otel yangını felaketiyle başladı yeni yıl. Ama bu felaket ne ilkti ne de son oldu. Haziran ayında başlayan ve yenilerinin eklenmesiyle halen devam eden orman yangınlarında şimdiye kadar 90 bin hektarlık alan kül oldu. Yani Yalova’dan büyük bir ormanlık alan içindeki canlılarla birlikte yok oldu. İSİG Meclisinin verilerine göre Temmuz ayında 7’si orman işçisi, 5’i AKUT gönüllüsü, 3’ü gönüllü işçi ve 2’si itfaiye eri olmak üzere 17 kişi yangınlara müdahale ederken can verdi. Yangınlarla sınırlı kalmayan bu ihmal zincirinin ağır sonuçlarından biri de iş cinayetleri. Yılın ilk 7 ayında tam 1165 işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti.
Türkiye’de iktidar sahipleri de patronlar da işçi ölümlerini, yanan ormanları, canlıları zerre kadar umursamıyorlar. Tek umursadıkları koltukları, kârları, rantları… Eskişehir’deki orman yangınında 10 kişinin hayatını kaybetmesi üzerine Tarım ve Orman Bakanı şu açıklamayı yapmıştı mesela: “Ben tekrar buradan 86 milyon vatandaşımıza hassasiyet, ekstra dikkat, bütün vatandaşlarımızın tabiri caizse bu konuda teyakkuzda olmalarını istirham ediyorum. Başka söyleyecek söz bulamıyorum çünkü biz 1 Hazirandan bu yana her şartta, her platformda, her açıklamamızda bundan bahsettik. Çok yüksek sıcaklık, rüzgâr, düşük nem artık bunu basit bir orman yangını olmaktan çıkardı. 10 fidan gibi kardeşimizi kaybettik. Üstüne söyleyeceğim hiçbir şey yok.” Bakan kendisinin hiçbir sorumluluğu olmadığından o kadar emin ki kendi bakanlığına ya da ilgili kurumlara değil halka teyakkuzda olma çağrısı yapıyor! Kendileri dışında herkes suçlu, herkes sorumlu! O yüzden de söyleyecek bir şeyi yokmuş Bakanın…
Peki “söyleyecek sözleri olduğunda” ne söylediler? Hatırlayalım; 2010 yılında Zonguldak’ta meydana gelen maden faciasında yaşamını yitiren 30 madenci için “güzel öldüler” demişti dönemin Çalışma Bakanı. 2014’te Soma madenci katliamı olduğunda Erdoğan “bu işin fıtratında var” diyerek iş cinayetlerini normalleştirmeye çalışmıştı. 2015’te IŞİD tarafından gerçekleştirilen Ankara Garı katliamının ardından “istifa edecek misiniz?” diye sorulan İçişleri Bakanı güvenlik açığı olmadığını söyleyerek sorumluluk almazken hemen yanında oturan Adalet Bakanı soruyu komik bularak gülmüştü. 6 Şubat depremlerinin ikinci gününde on binlerce insan halen enkaz altındayken kameralar karşısına geçen Erdoğan, yardımların yetersizliğini eleştiren herkesi tehdit ederek “günü geldiğinde tuttuğumuz defteri açacağız” demişti.
Hesap vermesi gerekenler hesap sormaya kalkışıyor, tehdit ediyor, istifa etmesi istenenler sırıtıyor, sorumluluk alması gerekenler suçu, sorumluluğu halka atıyor. Ortada tek bir istifa yok, ceza yok, sorumluluk almak, hesap vermek yok. Neden böyle? Bu sorunun cevabı söyleyecek sözü olması gerekenlerin yani biz işçilerin suskunluğunda, susturulmuş olmasındadır. Cahit Irgat “ağzımızdan dilimizi çaldılar” diyordu bir şiirinde. Elif Çağlı ise 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesinden sonra kaleme aldığı şiirinde “önce boyun eğmeyi öğrettiler insanlara ve sonra susmayı” diyerek anlatıyordu işçi sınıfının durumunu. Yıllarca susturulduk, dilsiz bırakıldık, boyun eğmeye zorlandık. Bunu da örgütlülüğümüzü yok ederek yaptılar. 12 Eylül’de işçi sınıfının örgütlerini dağıttılar, baskıyla, zorbalıkla tüm toplumu sindirdiler.
12 Eylül’den sonra da eski örgütlülüğümüze kavuşmamızı engellemek için her şeyi yaptılar. AKP’li yıllarda sendikalılık oranları düştü, grevler yasaklandı. Zamanla suçlunun güçlü olduğu, haklının ses çıkaramadığı faşist bir rejim inşa ettiler. En küçük bir itiraza, hak arayışına tahammülleri yok. Bu rejim ölülerimizin, yanan ormanlarımızın, talan edilen zeytinliklerimizin, kurutulan derelerimizin, yıkılan kentlerimizin üzerinde oturuyor. Bu rejim suskunluğumuzdan, çaresizliğimizden, örgütsüzlüğümüzden güç alıyor. Ama “rüzgâr eken fırtına biçer” demişler. Örgütsüzlük duvarı aşıldığında suskunluk çemberi yarılacak ve işçi sınıfı sözünü söyleyecektir. İşte o zaman sorumlular hesap verecek, en güçlü görünen zorba rejimler yıkılıp gidecektir. Yeter ki bunun için azimle, sabırla, inatla sınıfımızın saflarında birliğimizi örmeye devam edelim. Elif Çağlı’nın şiirinde dediği gibi boyun eğdirenlerin boyun eğdiği gün elbet gelecektir: “Baktılar, baktılar/ Ve gözler çakmaklaştı/ Yalaza dönüştü diller/ Dudaklar açıldı kapandı/ Üst üste, üst üste, üst üste milyonlarca dil, dudak ve göz harekete geçti/ Kesildi susmayı emredenlerin sesi/ Boyun eğdirenler boyun eğdi!”