You are here
Deri İşçilerinin Sorunları
Her sabah büyük bir telâşla uyanıyor ve kaçıp kurtulamadığımız bir yığın zorunlulukla etrafımızın sarılı olduğu bir dünyada güne başlıyoruz. Birer ücretli köle olarak içinde yaşadığımız kapitalist sistemden kaçıp kurtulamıyoruz, çünkü insanların kimisini işçi, kimisini patron yapan, kimisini aç bırakıp kimisini bolluğa ve lükse boğan, sınıflara ayıran kapitalist üretim biçimi tüm dünyaya hâkim durumda. Dünya üzerinde yaklaşık yedi milyar insan yaşıyor. Bu yedi milyarın ana gövdesini işçi sınıfı oluşturuyor. İşçiler dünyanın her yerinde yüzlerce farklı sektörde işgücünü bir kapitaliste satarak yaşamını sürdürmeye çalışıyor.
Burjuva yazar-çizer tayfası 1990 sonrası, sınıflar mücadelesinin artık bittiğini, bu tür şeylerin geçmişte kaldığını vaaz etmeye başladılar. Oysa bugün geçmişe oranla daha da büyümüş olan işçi sınıfı, patronlar sınıfını korkutan ama henüz kendi gücünün farkında olmayan, uyuyan bir deve benziyor. İster deri sektöründe ister metal sektöründe, ister Türkiye’de ister Fransa’da çalışsın, işçiler dünyanın neresine giderse gitsin sorunları ortaktır. Birlikteliği ve örgütlü mücadeleyi zorunlu kılan da işte bu ortaklıktır. Düşük ücretler, iş güvencesiz çalışma, işsizlik, iş kazaları, meslek hastalıklarına kurban gitme, insanlıktan çıkaran çalışma koşulları vb. gibi sorunlar tüm işçilerin ortak sorunları. Elbette bu ortak sorunlara ek olarak her işkolunun kendine özgü, işin niteliğinden kaynaklı sorunları da var. Bütün bu sorunların tekil sorunlar olmaktan çıkarılması ve bu sorunları çözebilmeye dönük mücadelenin de kolektif bir mücadeleye dönüştürülebilmesi gerekiyor. Gerçek bir örgütlülük yaratmak ve militan bir mücadele yürütmek, işçilerin birbiriyle dayanışmasıyla, bir sınıf olduğunun farkına varmasıyla mümkün.
Bugün Türkiye’de deri işletmelerinde çalışarak yaşamını sürdürmeye çalışan deri işçilerinin de kangren haline gelmiş sorunları var. Diğer sektörlerde çalışan işçiler gibi deri işçileri de, birlik olamamaları, seslerini sınıf kardeşlerine duyuramamaları, güçlü bir mücadele hattı örememeleri nedeniyle çözümsüzlük yaşıyorlar.
Deri üretiminin ve işçiliğinin doğduğu ve ilk gelişmelerini kaydettiği yer Avrupa iken, bu sektör giderek Asya’ya ve Latin Amerika’ya doğru kaymış ve özellikle hayvancılığın gelişkin olduğu bölgelere yönelmiş durumda. Türkiye deri üretiminde Avrupa’da İtalya’nın ardından ikinci, dünyada ise İtalya, Çin ve Hindistan’ın ardından dördüncü. 80’ler ve 90’larda deri sanayicileri Türkiye’de deri sektörünün hızla geliştiğini söylüyor ve İtalya’nın tahtına göz koymakla övünüyorlardı. Onların bu övünçle bahsettikleri ve palazlanıp büyüdükleri dönem, deri işçilerinin Kazlıçeşme’de insanlık dışı koşullarda köle gibi çalıştırıldıkları, yaşadıkları mahallelerin bataklıktan farksız olduğu dönemdi.
Çok uzun yıllar boyunca Kazlıçeşme’de faaliyet gösterdi tabakhaneler. 1993’te Tuzla’ya taşınmasıyla birlikte deri işçilerinin çoğunluğu da aileleriyle birlikte Tuzla’ya göç etti. Kazlıçeşme’de çalışan binlerce deri işçisinin birçok yönüyle unutamayacağı bir geçmişi var. Tüm bu geçmişin deneyimlerinin hatırlanması, dersler çıkarılması, bugünkü genç deri işçilerine taşınması gerekir; çünkü henüz ne deri işçilerinin ne de işçi sınıfının kapitalist sınıfla kavgası bitmedi.
Geçmişte Kazlıçeşme atölyelerindeki ağır çalışma koşulları bugün hâlâ taşradaki deri atölyelerinde sürdürülüyor. Filmlere de konu olan bu çalışma ve üretim koşulları, çalışanların birçoğunun sağlığını elinden aldığı gibi, atıklar da çevreyi yaşanılamaz bir hale getirdi ve getirmeye devam ediyor. Kazlıçeşme’deki çalışma koşullarında, Tuzla Organize Deri Sanayiye taşınılmasıyla birlikte belirli bir iyileşmeden söz edilse bile, deri patronları aynı deri patronları; mücadeleden hoşlanmayan, kafasına vurup ekmeğini elinden alacakları işçiler isteyen patronlar. Tuzla’ya taşınmakla örgütlülüğü dağıtabileceklerini ve mücadelenin de önüne geçebileceklerini düşünmüşlerdi. Ama durum hiç de onların arzu ettiği gibi olmadı. Tuzla’ya taşındıktan sonra altyapı koşullarında olumlu değişimler yaşanmakla birlikte sorunlar devam etti.
Patronların üretimi artırmak ve sektördeki diğer kapitalistlerle rekabet edebilmek için makinelerde yeni teknolojiler kullanmaya başlamasıyla birlikte işler geçmişe oranla kolaylaşmış görünse de, bu durum işçilerin çalışma ve yaşam koşullarını olumlu anlamda çok da değiştirmedi. Daha az zamanda, daha az kişiyle, daha fazla üretmeye devam eden deri işçileri, kötü çalışma koşulları, sigortasız çalışma, taşeronlaşma, düşük ücretler, zorunlu fazla mesailer gibi sorunlarının yanı sıra bir yandan da sağlık sorunlarıyla boğuşmaktalar. Üstelik yüzlerce deri işçisi, her an yakalanabilecekleri meslek hastalıkları ve sağlık sorunları konusunda hiçbir bilgiye sahip değil.
Örneğin vidala ve zig fabrikaları genelde bütün bir yıl çalışan ve sektörün işçiliği en ağır olan fabrikalarından. Büyük ve ağır derilerle çalışan işçilerin hemen tamamı özellikle bel ve sırt ağrılarından şikâyetçi. Özellikle tıraş ve kaveleta işlemi sırasında parmak ve kol kopmaları biçiminde iş kazalarının varlığı da bu fabrikalarda ciddi bir tehlike oluşturuyor. Pat pat ve zımpara işlemlerinin tozlu ortamı, işçilerin çok erken yaşlarda KOAH, astım gibi akciğer hastalıklarına yakalanmasına sebep oluyor. Asitler, amonyak ve krom gibi kimyasallar nedeniyle kanser riski ciddi oranlarda. Tüm bunlar nedeniyle hayatlarını ya da sağlıklarını kaybeden işçilerle dolu bu sektörde, kan ve can karşılığında, deri patronlarının kesesine her gün aralıksız artı-değer akmakta.
Kürk-süet fabrikalarında da durum vidala fabrikalarındakinden çok farklı değil. Bu fabrikalarda kullanılan pervane ve mikserler ölümlü kazalara sebep olan makineler. Yine kırpma makinesinin bıçağının da ciddi kazalara sebep olduğu bilinmekte. Toz ve kimyasallar, bu fabrikalardaki “sıradan ve gündelik” tehlikeler. Bu fabrikaların patronları, işçilerin mücadeleleriyle elde ettiği ve toplu sözleşmelerine geçirdikleri hakları vermemek için ellerinden geleni yapmakla da ünlüler. Geçici işçiliği tercih eden ve işçileri sezonda çok yoğun çalıştıran bu fabrikaların büyük çoğunluğu Çorlu’da faaliyet gösteriyor.
Deri fabrikalarında, ıslak ve yağlı zeminlerden ötürü düşmelerden kaynaklanan kırıklar, çıkıklar, burkulmalar ve ezilmelere yine ıslak zeminlerde çalışılırken elektrik çarpmaları da eklenebiliyor. Deri budanırken kullanılan keskin bıçaklar kesiklere, derileri işlemek için kullanılan makineler ise kesilmelere, sıkışmalara ve kopmalara neden olmakta. Birçok işçi, bir sınıf kardeşinin makinelere bir tarafını kaptırmasının ya da daha kötüsü ölmesinin acısını içinde hissederken ve öfkelenirken, diğer yandan bu olayın kendi başına gelmediğini düşünerek şükrediyor.
Deri işçilerini patronların kârı için gün be gün öldüren hastalıkların bir kısmınıysa hayvan derilerinden bulaşan mikroplarla ortaya çıkan enfeksiyon hastalıkları oluşturuyor. Tabaklama işinde, hayvan postlarının üst derileri çıkartılırken enfeksiyon kapma olasılığı sürekli var. Çünkü hayvan postunda birçok mikro-organizma bulunuyor. Tetanoz, şarbon, brusella gibi hastalıklar, tabaklama sırasında deriden kapılabilecek hastalıkların en önemlileri. Bunların oluşmasını engellemek için kullanılan kimyasallar da işçilerin sağlığı açısından büyük bir tehlike oluşturuyor. Ayrıca deri tozları, organik çözücüler (benzen ve formaldehit) birçok farklı organda kanser riskini arttırıyor (doku kanseri, mesane kanseri vb). Fabrikalardaki finisaj bölümlerinde kullanılan kimyasallar da (yapıştırıcılar, temizleyiciler ve çözücüler) bu hastalıklara neden olmaktadırlar. Benzen bunların arasından en tehlikeli olanıdır. Benzenle çalışan ayakkabı işçilerinin kan kanserine yakalanma risklerinin yüksek olduğu saptanmıştır.
Birçok farklı sektörde olduğu gibi deri sektöründe de patronlar güvenlik önlemlerini almak masraflı olduğu için sadece göstermelik birkaç malzemeyi alıp bir kenara kaldırmakla yetiniyorlar. Örneğin, Çalışma Bakanlığından müfettişler geldiğinde işçilere maske ve kulaklık verilir, onlar gittikten sonra tekrar toplanır. Ya da bu malzemelerin verilmiş olması, iş cinayetine kurban gitmiş bir işçinin “güvenlik önlemlerine uymadığını” kanıtlamakta kullanılarak fatura gene işçilere çıkartılır.
Deri işçilerinin güçlü bir mücadele geleneğinin olması, sendikalaşma konusundaki ısrarı deri patronlarını Kazlıçeşme’den Tuzla’ya, oradan da Çorlu’ya kaçmak zorunda bırakırken, devletin kolluk güçleri de bu konuda patronların en büyük silahı olmaya devam ediyor. Tuzla Organize Deri Sanayi Bölgesindeki direniş ve eylemlerinde işçilerin sık sık jandarmanın saldırılarına maruz kalması buna örnektir. Genel olarak işçilerin sendikalaşması baskı, şiddet ve tehditle engellenirken, sektördeki teknisyen, usta vb. işçilerin sendikaya üye olmaları da deri patronları tarafından engellenmeye devam ediliyor. Sözleşme metinlerine bu kadrolarda çalışanların sendikaya üye olamayacağını belirten maddeler koyduruyor patronlar. Diğer yandan bu işçiler kara listeye alınma ve işsiz kalma tehditleriyle örgütlülüğün dışında tutuluyorlar. Bu nedenle de patronların keyfi uygulamalarına boyun eğen, kendi sınıf kardeşlerine destek olmaktan bile aciz duruma düşürülüyorlar.
4857 sayılı İş Kanununun getirdiği uygulamalarla, geçmişte işçi sınıfının mücadeleleriyle kazanılmış birçok hak gasp edilmiştir. Deri işçilerinin de en önemli sorunlarından olan geçici işçilik yaygınlaştırılmıştır. Belirsiz süreli iş sözleşmesi, belirli süreli iş sözleşmesi, kısmî çalışma, telâfi çalışma, taşeron işçi çalıştırma, çağrı usulü çalıştırma gibi aslında kısmen daha önceden var olan uygulamalar yasayla birlikte genelleştirilmiştir.
Örgütlenelim, mücadele edelim!
Sınıf hareketindeki genel durgunluktan ve gerilemeden deri işçilerinin mücadelesi ve örgütlülükleri de muaf değil. Diğer sektörlerde olduğu gibi bu sektörde de sendikalı işçi sayısı bugün oldukça gerilemiş bulunuyor. Ama genç işçi kuşakların sınıfımızın mücadele tarihine ilişkin hafızasına kazınması gereken militan bir mücadele geçmişi ve birikmiş bir deneyimi var deri işçilerinin.
Türkiye’de 12 Eylül karanlığını yırtan mücadelelerden birini Kazlıçeşme deri işçileri yazmışlardı tarih sayfalarına. 1987’de iş bırakma ya da iş yavaşlatma eylemlerinin ve mitinglerinin Türkiye’nin her yerine sıçradığı sırada, Deri-İş 33 işyerini ve 1500 işçiyi kapsayan Kazlıçeşme grevini başlatmıştı. Kazlıçeşme işçilerinin o dönem yürüttükleri kararlı mücadele bugünün genç işçi kuşaklarına taşınması gereken deneyimlerle yüklü. Devletin kolluk güçleriyle defalarca karşı karşıya gelen, işten atılan ve açlığa terk edilen deri işçileri geri adım atmamışlar, militan bir mücadele yürütmüşler ve bugünkü ile kıyaslanamayacak kadar yüksek ücret artışları, yıpranma payı gibi ekonomik ve sosyal kazanımlar elde etmişlerdi. Deri işçilerinin kararlı ve militan mücadelesini kıramayan patronlar, işçilerin birliğini bölmek ve böylece mücadeleyi geriletmek için Kazlıçeşme’den taşınma kararı almışlardı. Tuzla Organize Sanayiye taşınmaları da bu süreçte başlamıştı.
Tuzla Organize Sanayiye gelindikten sonra da militan bir mücadele yürütüldü. Ancak deneyimli işçilerin işten atılmasına vb. paralel olarak örgütlülük giderek eridi ve patronların saldırıları artarak varlığını korudu. Bugün Tuzla deri sanayiinde çalışan deri işçileri arasında genç işçilerin sayısı oldukça fazla. Çok erken yaşlarda proleterleşen bu genç işçiler, mücadele için önemli bir potansiyeli barındırıyorlar. Geçmişin mücadele deneyimlerinin genç işçilere doğru biçimde taşınması özellikle önem taşıyor.
Kapitalizm, kendi ürettiği ürünleri alamayan, kendi ürettiği deri ceketi maaşının tamamını verse alamayacak hale gelen işçilerin yaşamlarına da ipotek koymuş durumda. Nerede ve hangi sektörde çalışırsak çalışalım bizleri sağlıksız çalışma ve yaşam koşullarına mahkûm eden şey, milyonlarca işçinin ürettiği tüm zenginliğe küçük bir azınlık tarafından el konulmasına dayanan bu sömürü sistemidir. İşçi sınıfı gerçek kurtuluşa ancak bu sömürü düzenini temellerinden yıkarak ulaşabilir. Bu düzen varlığını koruduğu müddetçe dizginsiz sömürü, sefalet koşulları, yoksulluk, savaşlar da devam edecektir. Sömürüyü, sefaleti, savaşları ve her türlü pisliği ortadan kaldırmak için kapitalizme karşı mücadeleye!
Daha Ne Kadar Susacağız?