You are here
Latin Amerika’da Ekim Devrimi’nin Kazanımı: 8 Saatlik İşgünü
2 May 2021 - 14:15
Güle soruyorlar:
Bu günler böyle nereye varır?
Dinliyor gövdesindeki uğultuyu
Ve diyor: isyan!
Şafak nasıl kurulur, neyle?
Birbiri ardınca patlatıyor tomurcuklarını
Ve diyor: isyan!
Diyorlar ki hayat, hayatımız
Ne zaman alınacak geriye?
Aralıyor yapraklarını, bir bıçak
Gizliden gösteriyor kendini
Kapanıyor tekrar ve diyor:
Her gülde bir bıçak bileniyor şimdi
Yakındır öç günleri
Yakındır isyan!
(İsmail Uyaroğlu, Gül, kısaltılmıştır)
Rusya’da gerçekleşen Şubat Devrimi Latin Amerika’da öylesine büyük bir etki yaratmıştı ki, 1917 yılında Latin Amerika tarihinin en büyük, en yaygın grevleri gerçekleşiyordu. Ayağa kalkan Latin Amerika işçi sınıfının da temel taleplerinden biri 8 saatlik işgünü hakkıydı. Devrim rüzgârlarının kendi düzenlerini tehdit ettiğini gören egemenler temel talepler karşısında geri adım atmak zorunda kaldılar. Şili’de hükümet iş kazası geçirip sakat kalan işçilere emekli maaşı bağlamayı kabul etti. Arjantin’de 8 saatlik işgünü, hafta tatili talepleri kabul edildi. Kadınların ve çocukların çalışmasına ilişkin düzenlemelere gidildi. Meksika’da 8 saatlik işgünü, kadın ve çocuklar için gece çalışmasının yasaklanması, hafta tatili ve asgari ücreti düzenleyen bir iş yasası çıkarıldı.
O dönemin koşullarını hatırlayalım öncelikle. 1914’te başlayan Birinci Emperyalist Paylaşım savaşı yaklaşık 3 yıldır devam ediyor, egemenler halkların barış talebini duymazdan geliyordu. Cephelerde ölmeye ve öldürmeye gönderilenler emekçilerdi. Cephe gerisinde açlık, sefalet ve acı çekenler emekçilerdi. O güne kadar elde ettikleri tüm kazanımları ellerinden alınan, günde 16 saate varan sürelerde çalışmaya zorlanan, buna rağmen artan hayat pahalılığı karşısında karnını dahi doyuramayan, işsizlikle kölece ve insanlık dışı koşullarda çalışmak arasında bırakılanlar emekçilerdi. Kârlarını işçilerin kanı üzerinden büyüten patronlar sınıfı ise gün be gün semiriyordu.
1. Dünya Savaşı her yerde olduğu gibi Brezilya’da da emekçileri sefaletin içine itmişti. İşçilerin çalışma koşullarını ve ücretlerini düzenleyen bir iş kanununun olmadığı Brezilya’da savaşla birlikte ücretler düşmüş, çalışma saatleri 16 saate kadar çıkmıştı. Hafta tatili yoktu, sosyal yardım ve sağlık hizmetleri yoktu. Üretilen mallar daha kârlı olduğu için yurt dışına ihraç ediliyor, içeride artan hayat pahalılığı karşısında işçiler en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamıyorlardı. Tüm bu koşullar işçilerin öfkesini arttırmıştı. Rusya’da gerçekleşen Şubat devrimi, Avrupa’dan gelen eylem haberleri işçileri daha da cesaretlendiriyordu. Brezilya’ya yerleşen İtalyan göçmen işçilerin mücadeleci ruhunun yarattığı etki her yerde hissediliyordu.
Grev Haziran ayında tekstil sektöründe başladı. Temmuz ayında fabrikalar, mağazalar ve ulaşım sektörüne de sıçramış ve Sao Paulo’da hayatı tümüyle durdurmuştu. 40 bin işçi grevdeydi. İşçiler sadece greve çıkmakla kalmamış, mahallelerde, caddelerde mitingler, yürüyüşler düzenlemeye başlamıştı. Kadınlar askerlere dağıttıkları broşürlerle şöyle sesleniyorlardı: “Sefalet içinde yaşayan kardeşlerinize zulmetmeyin. Siz de halkın bir parçasısınız. Açlık evlerimizde hüküm sürüyor ve çocuklarımız ekmek için ağlıyor. Patronlar, taleplerimizi bastırmak için size verdikleri silahlara güveniyor.”
Grevin sonunda bütün işletmelerde olmasa da ücretlerde artış, sendikal örgütlenme hakkı ve greve katılanların işten atılmaması talepleri kabul edildi. En önemlisi de sendikal örgütlenme hakkının kazanılmasıydı. Brezilya işçi sınıfı için bir dönüm noktasıydı bu. Grev sona erse de 1919 yılına kadar etkileri devam edecekti.
Londra’da 1932 1 Mayıs’ı