You are here
Bu İşareti Yapanlar Kim?
İzmir’den bir İşçi Dayanışması okuru
Merhaba işçi kardeşlerim, sporun her çeşidinin insanın beden ve ruh sağlığı açısından ne denli önemli olduğu tartışmasızdır. Ancak günümüzde her türlü spor dalı kapitalist endüstrinin bacasız fabrikası gibi. Futbol aracılığıyla sömürücü düzeninin efendileri milliyetçiliği, şovenizmi milyarlarca emekçinin beynine bir zehir gibi aralıksız zerk etmektedir. Bu pek masum gibi görünen zehirden arınmanın tek yolu sınıf temelinde örgütlenerek gerçekleri çırılçıplak görebilmek için bilinçlenmektir.
Akşam geç saatte ön balkon dışına ektiğim kauçuk ağacı ve sarmaşıklara su veriyordum. Kauçuk ağacı henüz pek genç olduğundan sadece kedileri gölgesinde barındırıyor parlak kocaman yapraklarıyla. Sarmaşıklar ise incecik dallarıyla doğuştan örgütçüdürler. Öre öre, sara sara, birbirlerine sarıla sarıla ilerliyorlar. Aynı sınıf temelinde örgütlenmiş ve sınıf bilincine erişmiş işçiler gibi.
Bu esnada, ikamet ettiğim evin hemen karşısında bulunan berber dükkânındaki duvar boyuna yakın televizyonun sesinin 100 desibelin çok üstünde olduğunu fark ettim. Avusturya-Türkiye maçı başladığında televizyondaki spiker çığlık çığlığaydı, sanki savaş alanında aralıksız patlayan bombaların arasında gibi yırtınarak bağırıyordu. Aynı dakikalarda evlerden ellerinde taburelerle berber dükkânına doğru koşarak gidenleri gördüm. Koşarak gidenlerden tanıdıklarım şunlardı: Sigortasız çalışmaması ve sendikalı olarak çalışması gerektiğini her fırsatta anlatmaya çalıştığım mobilya işçisi yeğenim Serhat; yol işlerinde taşeron işçisi olarak çalışan ve 50 yaşında olan, en fazla 1500 sigorta prim günü olan ve sigortasız çalışmasının kendisi, eşi ve çocukları için ne denli yanlış olduğunu anlatmaya çalıştığım İbrahim; hastanede 16 yıl çalışmış ve tıbbi atıklardan kaptığı hepatit hastalığı nedeniyle engelli olarak emekli olabilmiş Hasan abi ile kendisinden en az 30 yaş genç olan eşi Porsor (yani kırmızı saçlı). Porsor ablamız eşi Hasan amcaya “Gale” (Kürtçe ihtiyar) diye seslenir. Hasan amca emekli maaşının düşüklüğünden hep dert yanar. “Emekliler Konak’ta buluşacak. Hadi beraber gidelim” dediğimde, “ya devlet 10 bin lirayı da keserse?” diyerek gözleri korkudan büyümüş halde bakar gözlerime. Diğer emekli olan komşum Cabir abi ekmek zamlarına “ekmek de mi yemeyelim?” diye balkonundan bağırır. Sokağa indiğindeyse eliyle sus işareti yapar. Hepsi de koşarak maçı izlemeye gidiyorlardı.
Spiker de televizyonların başında maçı izleyenler de coşmuştu. Bunu, televizyonu göremediğim halde berber dükkânındaki bir avuç insanın hep birlikte ayağa fırlayıp bağırmasından anlıyordum. Aynı ruh halinin Avusturya’daki işçi ve emekçilerde de olduğunu anlamak için Avusturya’ya gitmeye hiç gerek yok. Yeğenim Serhat, “koş kardeşim, aldığın paraların hatırına koş” diye bağırıyor ayağında top olan futbolcuyu ittirir gibi. Berber Cemal’in 4 yaşındaki koyu yeşil gözlü oğlu Cemil Tahir’in “tüh sana, koş kardeşim koş” diyen tiz sesini de duyuyorum. 2 yaşındaki zeytin karası gözlü minik Aleyna’nın da ne dediği anlaşılmasa dahi 2 yaş büyük olan kardeşini taklit ettiği belli. Maç izledikleri sırada çıplak başa iki eliyle birden vurma sesi belli ki Cabir abiden gelmişti, galeyana geldiği için tüysüz başını dövüyordu iki eliyle birden.
Sonra haykırışlar birden ve tek ağızdanmışçasına yükseldi. Türkiye milli takımı gol atmıştı. Maçta gol atan ve işçilerin rüyasında dahi göremeyeceği paracıkları cebe indiren bir futbolcu, golü attıktan sonra iki eliyle birden kurt işareti yapıyordu. Kendisi bu işaretin ne anlama geldiğini ne kadar biliyordu bilinmez, fakat gol sevincine kapılanların da çoğu aynı işareti elleriyle yapmaya başlamıştı. O an şöyle bir durup düşündüm. Muhtemelen televizyonlarından bu maçı izleyen milyonlarca işçi ve emekçi de aynı şeyi tekrarlıyorlardı, yaptıkları işaretin ne anlama geldiğini bilmeden… Bilmiyorlardı yahut çoktan unutmuşlardı bu işareti yapanların abilerinin grev ve direnişlere saldırdığını, hakkını arayan işçileri korkutmak için silahlarına başvurduklarını, bu ülkenin mücadeleci işçi ve emekçilerinin, devrimcilerinin, aydınlarının ve demokratlarının kanına girdiğini, sırf Alevi oldukları için masum insanları katledip emekçileri birbirine düşman ettiklerini…
Sorsan “ne var ki” diyeceklerdi, “ne var ki, Türklerin sembolü bu işaret, ne zararı var?” Zararı çoktur kardeşlerim, kendi tarihini unutmanın ve egemenlerin peşine takılmanın, milliyetçi-şoven-ırkçı rüzgârlara kapılmanın… O futbolcunun golü atmış olmanın sevinciyle yaptığı kurt işareti Türklerin tarihi bir sembolü filan değildir. Bu topraklarda işçi sınıfının nice değerli evladının kanına girmiş olan faşistlerin işaretidir. Faşistlerin kurt işaretini yani kurdu kendilerine sembol olarak seçmeleri, kurda da haksızlıktır. Kurt evcilleştirilmiş değildir, haysiyetlidir. Oysa faşistler tasmalı köpekler gibidirler. Tasmaları her daim patronlar sınıfının, egemenlerin elindedir.
Evet sevgili işçi kardeşlerim, sınıf düşmanımız burjuvazi, hepimizin o çok sevdiği futbol aracılığıyla da zehrini beyinlerimize zerk etmekten geri durmuyor. Bunların hepsini, bir aynada kendi yüzünü görür gibi gören Nâzım Ustamız bize yanı başımıza kendi şiirini okuyor ve diyor ki;
Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim,
akar suyun,
meyve çağında ağacın,
serpilip gelişen hayatın düşmanı.
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına:
Çürüyen diş, dökülen et-
bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler.
Ve elbette ki sevgilim, elbet,
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: İşçi tulumuyla, bu güzelim memlekette hürriyet.