Ezilenler tarih boyunca defalarca ayaklandılar, sömürüye başkaldırdılar. Kimi zaman zalim egemenleri tir tir titrettiler korkudan, kimi zaman ağır bedeller ödediler. Köleler, serfler, ezilen halklar her ayağa kalktıklarında umut yeniden yeşerdi, değişim isteği can buldu, tarihe kazıdılar izlerini. Tıpkı Spartaküs gibi, gelecekte ilham kaynağı olacak destansı mücadeleleri miras bıraktılar. Yine de tarihin hiçbir döneminde ezilen ve sömürülenlerin mücadelesi bugünkü gibi ortaklaşmadı. Kapitalist sistem öyle bir sınıf yarattı ki; dili, dini, rengi, yaşadığı coğrafya ne olursa olsun milyarlarca insanın mücadelesini ve kaderini ortaklaştırdı. İşçi sınıfının doğuşundan bu yana verdiği mücadele tek bir ülkeyle sınırlı kalmadı, ülkeden ülkeye, kıtadan kıtaya yayıldı. Ve 1 Mayıs gibi tüm dünya işçilerinin ortak duygularla ve taleplerle alanlara çıktığı evrensel bir mücadele günü oluştu. 1 Mayıs ateşi 135 yıldır gürül gürül yanıyor! Bu ateşi yakanlara, bugüne taşıyanlara, dünya işçi sınıfına selam olsun!
Sönmeyen Ateş: 1 Mayıs
Dünyada iki yüzden fazla ülke, sayısız inanç, dil ve ulus var. Bu da son derece normal… Bu farklılıklardan dolayı hiçbir insanın birbirine kin beslemesi, ayrımcılık yapması ve düşman olması gerekmiyor. Ancak kapitalist sömürü düzeninin egemenleri, kendilerini en tepede tutmak için bu farklıkları bir düşmanlaştırma aracına dönüştürürler. Farklı din, dil ve ulustan emekçiler bu düşmanlaştırma oyununa geldiği ve birbirlerine diş bilediği sürece kazanan daima egemenler olur. Oysa farklı inanç, dil ve deri rengine sahip emekçilerin birbiriyle hiçbir alıp veremediği yoktur. Sermaye sınıfı hiçbir ayrım yapmadan hepimizi iliklerimize kadar sömürüyor. Öyleyse dünya işçi sınıfı olarak her türlü sentetik ayrımı bir kenara koymalı, emeğimizi sömüren asalaklar sürüsüne karşı birleşmeliyiz.
İşte 1 Mayıs, tüm bu farklıkları aşan ve milyarlarca emekçiyi birleştiren bir gündür. İşçi sınıfının sömürüye karşı mücadelesinde simgeleşen 8 Mart ve özellikle de 1 Mayıs dışında hiçbir özel gün ve bayram tüm bu farklıkları aşıp milyarlarca insanı aynı bayrak altında birleştiremiyor. Bir düşünelim, bu muazzam bir şey değil mi? Afrika’nın derinliklerinden Latin Amerika’ya, Türkiye’den Çin’e, oradan Avustralya ve Avrupa’ya farklı din, dil ve renkten insanlar kardeşlik duygularını kuşanarak sömürüye, savaşlara, baskı ve zorbalığa karşı çıkıyor. 1 Mayıs, ezilen, horlanan emekçi insanların, yani haklı olanların birbirine sahip çıkmasını, o muazzam uluslararası dayanışma duygusunun gelişmesini sağlıyor. Sömürü düzeninin insana enjekte ettiği olumsuz duyguların nasıl aşılabileceğini ve gerçek insani duyguların nasıl üretileceğini de gösteriyor.
Tüm sınıflı toplumlar insanın sömürülmesine dayanır. Sömürü varsa sınıf ayrımları, insanlar arasında ayrımcılık, rekabet, yoksulluk, savaş, şiddet, cinayet, kötülük, ırkçılık, bağnazlık, düşmanlık da vardır. İnsanın sömürülmesine dayanan tüm sistemler, insanın alçalmasına yol açar. Güç ve iktidar uğruna insanlar en olmadık aşağılık işlerin parçası haline gelirler. Sömürü sisteminin bir bataklıktan farkı yoktur ve sömürü sistemi son bulduğunda tüm kötülükleri üreten zemin de ortadan kalkmış olacaktır. Eski zamanlardan beri sayısız kuşak bu bataklığı kurutmak ve sömürüye son vermek için mücadele verdi, veriyor. Fakat kapitalizmle birlikte bu mücadele evrenselleşip doruğuna ulaştı. İşte 1 Mayıs, bu mücadelenin bir sembolüdür. 1 Mayıs’ta simgeleşen şey, insanlığın sömürüden kurtulma, özgür ve barış dolu dünya özlemidir. İşte bu yüzden 1 Mayıs ateşi söndürülemiyor.
1 Mayıs’ın tarihini, “Sönmeyen Ateş, 1 Mayıs: Dünya İşçilerini Birleştiren O Büyük Günün Hikâyesi” başlığı altında bugünün ve aynı zamanda gelecek işçi kuşaklarına aktardığımız yayın akışımızı tamamladık. Yüzlerce görsel ve işitsel materyal; fotoğraflar, video kayıtları, müzikler, gazeteler, dergiler, bildiriler, belgeler, dokümanlar, makaleler… Kaynaklar tarandı, senaryolar yazıldı, video klipler montajlandı, fotoğraflar yorumlandı, yüzlerce materyal tarihin sır perdesinden çıkarılıp bir kronoloji dâhilinde sunuldu. Kuşkusuz bu, yoğun ve titiz bir çalışmayı ve elbette kolektif bir emeği gerektiriyordu. Örgütlü olmasaydık yapamazdık!
Yüzümüzü Avrupa’dan Amerika’ya, Avustralya’dan Afrika’ya, Latin Amerika’ya ve oradan Asya’ya çevirdiğimizde aynı nehri görürüz. Bu, sömürüsüz bir dünya için ter akıtılan devasa bir nehirdir. İşte yayın akışımızda tüm nehirleri 1 Mayıs’ın mücadele tarihi bağlamında birleştirdik ve önemli bir kaynak oluşturduk.
Toplumsal bellek geçmişle bugün arasında kurulan bir köprü gibidir. Kitaplar, şiirler, müzikler, müzeler, heykeller, anıtlar, meydanlar, sancaklar… Her biri bu belleğin parçasıdır. Geçmiş ile bugün arasındaki köprüsü yıkılan, tarihsel hafızası soldurulan işçi sınıfı kapitalist sömürüye karşı mücadelede başarılı olamaz. Türkiye sınıf hareketinin bugün en temel eksiklerinden birisi de maalesef budur. 1977 1 Mayıs’ında sermayenin tezgâhladığı kirli provokasyon sonucu yaşamını yitiren mücadele neferleri anısına Taksim Meydanı’na bir anıt dahi dikilememiş olmasıyla, sınıfın bugün yaşadığı en temel sorunlar arasında bağ vardır. Unutmayalım ki her şey hatırlamakla başlar.
“Sönmeyen Ateş, 1 Mayıs!” çalışmamız kapsamında hafızaları tazeleyerek, geçmişin deneyimlerini özümseyerek, özümseterek ve dersler çıkararak mücadeleyi büyütmeye çalıştık. Bu çalışma belleğin unutuşa karşı mücadelesinin bir parçasıdır. Bugün aramızda olan ya da olmayan pek çok insanın emeği sayesinde yaşayan bir yapıt olmuştur; “Sönmeyen Ateş, 1 Mayıs!” Sınıfımıza böylesi bir çalışma bıraktığımız için kıvanç doluyuz.
İnanıyoruz ki mavi gök kubbenin altında, işçi sınıfının kurtuluşu için verilen en ufak çaba dahi boşa gitmeyecek. Bir gün mutlaka ama mutlaka dünya işçi sınıfımız tarihin yelelerini ellerine alacak ve kökleri asırlar öncesine dayanan bu büyük düşü ve özlemi; sınırsız, sömürüsüz, savaşsız bir dünya kurma hayalini hayata geçirecek.
Kaynakça
Bu çalışma kapsamında kendi arşivimizin dışında çeşitli kaynaklardan istifade ettik.
Çeşitli içeriklerinden yararlandığımız web siteleri: Spartacus Educational, Socialist Rewiev, Encyclopedia, Museums Victoria Collections, National Museums of Avustralia, National Geographic, COSATU, Library of Congress, Sistemoteca- Sistema de Bibliotecas da UFCG, Durham Bannermakers, British Film Institute, Salt Araştırma, Avustralian Unions, Dayanışma TV, Marksist Tutum.
Görsellerini kullandığımız çeşitli film ve diziler: Peterloo, Ana, Demiryol, Kelebeğin Rüyası, The Mill, The English Game. Vadim O Kadar Yeşildi ki (How Green Was My Valley).
Ressam, heykeltıraş ve fotoğrafçılar: Guillaume Berggren, Ara Güler, Coşkun Aral, Ali Özgentürk, Orhan Taylan Gülsün Karamustafa, Gustave Doré, Ventura Álvarez Sala, Vicente Cutanda Toraya, Boris Kustodiev, William Wyld, Albert Weinert, Mary Brogger, Edward Roper ve Percival Ball.
Çalışmamızda eserlerinden yararlandığımız şair ve müzisyenler: Nâzım Hikmet, Ziya Egeli, Yaşar Nezihe Bükülmez, A. Kadir, Thomas Hood, Bertolt Brecht, Louis Zukofsky, Walter Crane, Louise Michel, Alfred Hayes, Seyyit Nezir, Carl Sandburg, Walter Crane, İsmail Uyaroğlu, Orhan Veli, Taniel Varujan, Can Yücel, Vedat Türkali, şiirleri isimsiz yayınlanan UİD-DER’li işçiler, Sarper Özsan, Cem Karaca, Pete Seeger, John Lennon, Moriya Emori, ATTF İşçi Korosu, Hasan Salih Nurcan, Nida Ateş, Asmita Tiyatro Grubu, Jesse H. Jones, Chumbawamba, Tim O’Brien, Tadasuke Seki, Mahendra Kapoor, Dr. Sangeeta Gaur, I.G. Blanchard.
Çeşitli yazar, dergi ve vakıflar: Çalışarak Yaşamak ya da Savaşarak Ölmek, Fırtına’dan Sonra, Haymarket, Ana kitaplarının yazarları; Paul Mason, Howard Fast, Martin Duberman, Maksim Gorki… Kapital-Karl Marx, İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu- Friedrich Engels, Marx’ın Kapitalini Okumak-Elif Çağlı, Şiir Antolojileri Dizisi 1 Mayıs Şiirleri- Güngör Gençay. İlerici Kadınlar Derneği (1975-1980) “Kırmızı Çatkılı Kadınlar”ın Tarihi kitabını derleyen Muazzez Pervan, Türkiye İşçi Sınıfı 1908-1946 kitabının yazarı Zafer Toprak, Türkiye İşçi Sınıfı Tarihi 1839-2014 kitabını hazırlayan Doğan Çetinkaya ve Mehmet Ö. Alkan… Tarih Vakfı, Toplumsal Tarih, Editörlüğünü Aziz Çelik’in yaptığı DİSK Tarihi… Çalışmalarından yararlandığımız Hakan Koçak, Zafer Aydın ve Stefo Benlisoy, Jefferson Gustavo Lopes… Maden-İş Tarih Çalışma Grubunun hazırladığı Derinden Gelen Kökler, Büyük Grev 1977 kitabının yazarı Can Şafak, İşçiler Örgütleniyor (1939-1950) kitabının yazarı Şehmus Güzel… Dağılan Osmanlı’da Parçalanan İşçi Sınıfı, Türkiye’de 1 Mayıs: İnatçı Bir Gelenek, İşgünü Mücadelesi ve 1 Mayıs’ın Doğuşu makalelerinin yazarı Utku Kızılok, “Tek Bir Ordu, Tek Bir Bayrak, Tek Bir Hedef” makalesinin yazarı Nâzım Yıldırım. DİSK Dergisi, Maden-İş Dergisi, Kadınların Sesi Gazetesi gibi sınıf tarihimizin sayısız önemli eserinin arşivini tutan, Nâzım Hikmet’in İstanbul’da 1 Mayıs şiirini ve Kırmızı Karanfil anısını gün yüzüne çıkaran TÜSTAV…
30 April 2021 - 15:30
Beslenmek, uyumak, barınmak… İnsanın hayatta kalabilmesi için en temel ihtiyaçlar bunlar… Peki, bunlar insanlaşmaktan söz etmek için yeterli mi? Üretimdeki gelişimin tam otomasyonu mümkün kıldığı günümüzde bu soruyu her işçinin sorması lazım… Çünkü gerçek anlamda insanlaşmak yaşamsal ihtiyaçları karşılamanın ötesine geçmektir. Zorunlu ihtiyaçlar için harcanan sürenin kısalması, buna karşılık kültürel, sosyal, zihinsel ihtiyaçlar için ayrılan zamanın artması, günün büyük kısmını kaplaması demektir. Yani hayatın güzelliklerinin tadına varmak, yaşamdan keyif almaktır. Bu da ancak daha az çalışmakla mümkün olabilir. Zorunlu çalışma süresi ne kadar az olursa, insanın yaşamın tadını çıkaracak o kadar çok vakti olur. Ve bugün üretimdeki gelişkinlik bize çok daha az çalışmanın aslında mümkün olduğunu gösteriyor.
İnsanın üretim sürecindeki gelişimi zorunlu çalışma saatlerini kısaltacak yönde oldu hep. Makinelerin icadı, teknolojideki ilerleme çok daha kısa sürede, çok daha az insanla, çok daha fazla ürün elde etmeyi mümkün kıldı. Ve insanlar çalışmanın bir zorunluluk olmaktan çıkacağı günlerin hayalini kurdu. MÖ 2. yüzyılda yaşamış Yunan şairi Antipatros, tahıl öğütmek için icat edilmiş olan su değirmenini, üretim işinde kullanılan bütün makinelerin bu ilk basit biçimini, kadın kölelerin kurtarıcısı ve altın çağın başlatıcısı olarak selamlamıştı.“Ey değirmenci kızlar, tahıl döven eller yorulmasın ve tatlı tatlı uyuyunuz artık!” diyordu şiirinde.
Antipatros bu önemli icat karşısında sevinmekte haksız mıydı? Hayır. Sadece toplumun sınıflara bölündüğü gerçeğini unutmuştu! Teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin, üretim ne kadar hızlanırsa hızlansın, zenginlik bir avuç sömürücünün elinde toplandığı sürece ezilen sınıflar kölece çalışmanın boyunduruğundan kurtulamayacaktı. Ama sömürücüler de ezilenlerin işgününü kısaltmak, daha iyi yaşamak için verdiği mücadelelerden, sömürüye karşı başkaldırısından kaçamayacaktı.
Roma İmparatorluğu döneminde insanlar buğday öğütmek, taş, maden ufalamak ya da zımparalamak için kullandıkları araçlara “mola” derlermiş. Önceleri el ile kullanılan bu aletler zamanla hayvan gücüyle mesela atlarla sonra su ve rüzgârın gücünden yararlanarak kullanılır olmuş. Bu küçük aletler gelişip büyük değirmenler haline gelirken, çark ya da diş anlamında mola kelimesi de zaman içinde İngiliz dilinde “Mill”e dönüşmüş. Değirmenler, değirmenleri döndüren kayışlar zamanla makinelere ilham vermiş ve 1500’lü yıllardan itibaren kurulan işliklere de “mill” denmiş. İngiliz dilinde işlikler, atölyeler, fabrikalar bu kelimeyle ifade edilir olmuş.
30 April 2021 - 16:00
Bir makine icat etti içimizden biri,
Buhar çevirdi tekerleği onunla
Fabrikalar türedi ardından bir sürü
Başladı insanlar fabrikaları çalıştırmaya
Ama ekmek satılmadı eskisinden ucuza
(Bertolt Brecht)
Kapitalizmin ilk geliştiği ülkelerden biri İngiltere’ydi. Makinelerin ilk geliştiği sektör de tekstil sektörüydü. İlk pamuk eğirme makinesi 1764’te İngiltere’de bir dokumacı tarafından geliştirildi. Çok ilkel olan bu makine bile birkaç işçiden fazla pamuk eğirmeye başlamıştı. 1800’lü yıllara gelindiğinde daha gelişkin makineler icat edilmiş, buhar makinesi üretimde kullanılmaya başlanmıştı. Kapitalizm hızla gelişirken yeni sektörler doğacak, toprağından edilen kırsal nüfusun kentlere akmasıyla işçi sınıfı daha da büyüyecekti. Sanayi gelişiyor, yeni yeni makineler yapılıyor, üretim hızlanıyordu. Buna karşılık giderek sayısı artan işçiler daha büyük bir sefaletin içine çekiliyor, yiyecek ekmek bile bulamıyordu. Kapitalizmin gelişmesi işçi sınıfının canı ve kanı pahasına olacaktı.
30 April 2021 - 16:30
Ekmek neden bu kadar pahalı,
Neden ucuz bu kadar
İnsan vücudu ve kanı?
Dik babam dik, dik babam dik, dik babam dik!
Hiç eksilmez gücüm benim.
Ama elime geçen ne?
Bir ot yatak,
Bir kabuk ekmek,
Bir de şu paçavralar,
Bir tavan, delik deşik,
Bir döşeme, çırılçıplak,
Bir masa, bir kırık sandalye…
Ve bomboş bir duvar.
Ah, bir soluk alabilsem!
Çuha çiçeği gibi solusam bir!
Tepemde mavi gökyüzü,
Altımda yeşil çimen olsa,
Bir vakitler duyduğumu duyabilsem!
(Thomas Hood, Gömleğin Ezgisi, 1843)
1800’lü yıllarda işçilerin çalışma ve yaşam koşullarını en iyi anlatan şiirlerden biridir bu şiir. Ve tabi özlemlerini… Bugün sokaklara çıkıp “nefes alamıyoruz” diye haykıran emekçilerle çuha çiçeği gibi soluk almak isteyen emekçilerin kökü birdir. Yaşam sevincini, enerjisini daha fazla kâr uğruna büyük bir açgözlülükle emen sermayeye isyan eden emekçinin haykırışı vardır bu şiirde. Hayır, sadece ekmek değildir işçinin talebi. O, kendisini insan gibi hissetmek, doğanın güzelliklerini duyumsamak ister. Kölece ve tükenircesine çalışmanın boyunduruğundan kurtulmak, özgürleşmek ister. Mavi gökyüzü özgürlüğüdür onun. Derme çatma kulübesinden, karanlık ve izbe fabrika kuytularından çıkıp özgürlüğün, yaşamın güzelliğinin tadına varacağı bir hayattır istediği. İşte çalışma saatlerinin kısaltılması uğruna uzun yıllar boyunca verilen mücadelenin temelinde bu istek vardır.
30 April 2021 - 17:00
1869 yılında Fransız ressam Gustave Doré ve İngiliz gazeteci Blanchard Jerrold Londra’yı çizimlerle tasvir eden bir kitap çıkarmak için anlaşır. Doré ve Jerrold üç yıl boyunca Londra sokaklarını karış karış gezerler. Nihayet 1872 yılında 180 gravür içeren “London: A Pilgrimage” kitabı yayımlanır. Dore’nin yoksul mahallelerini, Londra’nın arka sokaklarındaki sefaleti çizdiği resimler tuzu kuruları, zenginleri rahatsız eder. Çizimlerinin hayal ürünü olduğunu iddia ederler. Örneğin dönemin gazetelerinden birinde “Doré bize en bayağı, en aşağılık dış özellikleri içeren çizimler sunuyor” denilerek çizimler karalanır. Oysa bu çizimler 1800’lerin İngiltere’sinde işçi sınıfının yaşadığı sefaletin sadece küçük bir kısmını tasvir etmektedir.
İşçi sınıfının önderi Karl Marx işçinin yaşam sevincini alıp götüren, onu adeta yiyip bitiren sermayenin açgözlülüğünü şöyle anlatır:“Ama sermaye, ölçü tanımayan hırsıyla, artı-emeğe duyduğu kurtlara özgü açlıkla, işgününün manevi üst sınırını aşmakla kalmaz, fiziksel üst sınırını da aşıp geçer. İnsan bedeninin büyümesi, gelişmesi ve sağlıklı tutulması için gereken zamanı gasp eder. Sermaye, temiz hava alması ve güneş ışığı görmesi için gereken zamanı işçinin elinden zorla alır.”
30 April 2021 - 17:30
18. yüzyılın başlarında on bin nüfuslu küçük bir kasaba olan Manchester, 19. yüzyılın ilk yarısında 400 bin nüfusuyla İngiltere’nin en büyük ikinci şehri haline gelmişti. Bu büyümenin nedeni sanayinin burada yoğunlaşmasıydı. Başta dokuma sanayi olmak üzere makine, kimya ve daha pek çok sanayi hızla gelişmiş; İskoçya, Galler, İrlanda ve İngiltere’nin dört bir yanından işçiler çalışmak üzere Manchester’de toplanmıştı. Makineleşme ve işçi sınıfının dizginsiz sömürüsünün paralel büyüdüğü bir şehir olan Manchester, kapitalizmin simgesi konumundaydı. Bir tarafta uzun çalışma saatleri, karın doyurmaya bile yetmeyecek ücretler, harabe kulübelerde insanlık dışı koşullarda yaşamaya çalışan on binlerce işçi… Diğer tarafta bu işçilerin emek gücünü sınırsızca tüketerek büyüyen sermaye sınıfı vardı.
Manchester yalnızca kapitalist sömürünün her açıdan ayakları üzerine dikildiği bir yer değildi, aynı zamanda işçi sınıfının ilk örgütlenmelerinin de kök verdiği bir şehirdi. 1800’lerin başında Manchester’da hâkim işçi tepkisi makine kırıcılığıydı (Ludizm). Ancak işçiler kısa sürede asıl düşmanın makineler değil sermaye olduğunu kavrayıp mücadele tarzlarını değiştireceklerdi. İşçiler yasak olmasına rağmen sendika kurdular, tüm işçileri birleştirmek üzere bir “genel sendika” örgütlemeye giriştiler, aylarca süren grevler yaptılar, ilk kez grev gözcüleri seçtiler; dernekler, komiteler ve işçi milisleri kurdular, sınıf bilinci kazanmak üzere toplantılar düzenlediler, toplantılarda alınan kararlarda kadınlara da oy hakkı tanıdılar. “Bu yeni bir fikirdi. Rüzgârlı bayırda kalabalık bir şekilde bekleşen kadınlar, öneriden son derece memnun oldular. Erkekler hiçbir şeye karşı çıkmadı. Karar alınırken kadınlar gülüşmeler arasında ellerini kaldırdılar. Ancak o andan sonra kadınlar da erkeklerle birlikte radikal toplantılarda oy kullanmaya başladılar.” (Paul Mason, Çalışarak Yaşamak ya da Savaşarak Ölmek) Parlamento seçimlerinde erkek işçilere oy hakkının tanınmadığı, kadınların sendikalı olmasının ve oy vermesinin ise henüz sözünün bile edilmediği bir dönemde bu karar oldukça ilerici ve radikal bir karardı.
İşçi sınıfının böylesine bir örgütlenmeye girişmesi, işçileri sömürülecek yük hayvanından farklı görmeyen sermaye sınıfını ve devlet yöneticilerini paniğe sevk etmişti. İşçilerin birliğini ezmek için yüz bin insanın toplandığı St. Peter’s Meydanına, Napolyon Bonaparte ile savaşmış orduyu gönderdiler. Bu savaşın gerçekleştiği yerin adı Waterloo idi ve buna bir gönderme yapmak üzere işçilerin katledildiği meydan Peterloo olarak anılmaya başlandı. Peterloo’dan 1886 Chicago Haymarket’e, oradan 1977 Taksim Meydanındaki katliama kadar burjuvazinin işçi sınıfına karşı tutumu hep aynı oldu. Ama işçi sınıfını durduramadılar. Yenilgiler de zaferler gibi sınıfımızın mücadele tarihinin bir parçasıdır. Zafere giden yolda en önemli şey tarihimizi unutmamaktır. Unutmamak mücadelenin en önemli parçasıdır. Aşağıdaki videoyu izlerken, bu düşünceyi akılda tutalım:
30 April 2021 - 18:00
Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kapitalistler, biriktirdikleri devasa serveti çalışarak kazandıklarını söylerler, utanmadan! Çalışarak zengin olunsaydı, kuşku yok ki dünyanın en zenginleri işçiler olur, patronlar ise ancak sokaklarda dilenirdi. İşçi sınıfının önderi Karl Marx’ın dediği gibi, birikmiş sermaye işçilerin birikmiş emeğidir, canı ve kanıdır. Her gözeneğinden kir ve kan damlamaktadır. Sermayenin tarihi, emeğin dizginsiz sömürüsünün, zorbalığın, sönen hayatların, acı ve gözyaşının tarihidir. Kapitalist, iki ayak üzerine dikilmiş sermayeden başka bir şey değildir ve onun ruhu sermayenin ruhudur. Sermaye, “insan bedeninin büyümesi, gelişmesi ve sağlıklı tutulması için gereken zamanı gasp eder. Sermaye, temiz hava alması ve güneş ışığı görmesi için gereken zamanı işçinin elinden zorla alır. Sermaye, yemek saatlerinden tırtıkladığı zamanları her fırsatta üretim sürecine katar; öyle ki, sadece bir üretim aracı durumunda bulunan işçiye, yemeği, buhar kazanına kömür, makineye yağ verir gibi verilir.” (Kapital)
Dokuma sanayide çalıştırılan küçük çocuklara dar alanlara sığabildikleri ve küçük elleri makine dişlilerinin arasına girebildiği için aksayan makineleri temizleme görevi verilirdi. Bu sırada makineler aniden çalışmaya başlayınca elleri ve parmakları korkunç bir şekilde yaralanırdı. İngiltere’nin Manchester şehrinde bir doktor 1819 yılında şu raporu veriyordu: “Revirde cerrah olarak çalıştığım zamanlar çocukların ellerinin ve kollarının makineler tarafından kapıldığı kazalar revire çok sık bildiriliyordu; birçok vakada kaslar ve deriler kemikten sıyrılmış oluyordu, bazı vakalarda bir ya da iki parmak kaybı yaşanıyordu. Geçen yaz Lever Caddesi okulunu ziyaret ettim. Ziyaret ettiğim zamanlarda fabrikalarda çalıştırılan çocuk sayısı 106 idi. Makineler tarafından sakatlanmış çocuk sayısı bu sayısının neredeyse yarısı kadardı. Bu şekilde sakatlanmış 47 çocuk vardı.”
30 April 2021 - 18:30
1800’lerde kapitalistlerin açgözlülüğünü ve ikiyüzlülüğünü anlamak için “çalışma evleri”ne bakmak yeterlidir. 1834 yılında çıkarılan yoksullar yasasıyla İngiltere’de yoksulların çalışmadan yardım alması engellendi. Güya amaç yoksulları tembelliğe alıştırmamak ve kendi geçimlerini kendilerinin sağlamasını teşvik etmekti. Geçinemeyen, barınacak bir yeri olmayan yoksullar çalışma evlerinde kalacak ve kendilerine verilen her işi yapmakla yükümlü olacaktı. Bunun anlamı kapitalistler için ucuzdan da öte neredeyse bedava işgücüydü.
Work house (Çalışma evleri) dedikleri aslında çalışma ya da kölelik kampından başka bir şey değildi. Burada kadınlar, çocuklar ve erkekler ayrı yerlerde kalıyor, aileler bölünüyordu. Aile fertlerinin birbirini görmesi, konuşması yasaktı. Özellikle çocukların durumu daha da kötüydü. Çocuklar bir “hayırsever” iş adamı gelip onları kiralayana (bir anlamda satın alınıyorlardı) kadar burada kalırlardı. Patronun görevlendirdiği bir adam gelir, çocuklara bakar, sağlıklı olanlarını seçip götürürdü. Götürülen çocuklar sözde bir sözleşmenin altına 21 yaşına gelene kadar gittikleri fabrikada çalışmayı kabul ettiklerine dair imza atarlardı. Bu fabrikalarda yatacak yer ve yemek karşılığında günde 14 saate kadar çalıştırılırlardı.
30 April 2021 - 19:00
Amerika’da 1900’lerin başında çizilen bu karikatür tam da kapitalistin doymak bilmez kâr iştahını anlatır. Kapitalistin göbeğine yaslanmış merdivenin tepesinde bir çocuk işçi, üzerinde kâr yazan para destelerini kapitalistin midesine boşaltıyor. En arkadaki fabrikanın tepesinde Çocuk Emeği yazıyor. Merdivenin sağ tarafında ise 11 saatlik işgününe dikkat çekiliyor.
Kadrajda yer alan genç Neil Gallagher daha 18 yaşında. Fotoğrafta ışık yüzünün bir kısmının karanlık çıkmasına neden olmuşsa da yüzündeki derin acıyı ve öfkeyi kapatamamış. Neil Gallagher Amerika’nın Pennsylvania şehrinde yaşıyordu. Bu şehirde kömür, cam, pamuk ve ipek dâhil olmak üzere çocukların yoğun olarak çalıştırıldığı endüstriler gelişmişti. 1900’de tüm Amerikalı işçilerin yüzde 18’i, 16 yaşın altındaydı. Günde 10-12 saat yerin altında güneş yüzü görmeden, temiz hava soluyamadan çalışıyordu çocuk madenciler. Neil, 9 yaşında madende kırıcı olarak çalışmaya başladı. 13 yaşındayken, iki kömür arabası arasında sıkışıp kaldığında sol bacağı ezildi ve hayatta kalabilmesi için bacağı kesildi. Kömür şirketi yaşanan kazadan ötürü Neil’e tazminat ödemediği gibi hastane ücretini de karşılamadı! Kazadan sonra Neil yarı zamanlı olarak madende çalışmaya devam etti. Çalıştığı bölümdeki toz çoğu zaman görmeyi engelleyecek kadar yoğun oluyordu. Ve bu toz ciğerlerine nüfuz ederek ağır ağır ölüme götürüyordu madencileri... Neil, 13 yaşında geçirdiği kazadan sağ kurtulmuştu kurtulmasına ama madende çalışırken ciğerlerine dolan toz yüzünden tüberküloza yakalanmaktan kurtulamadı. Açgözlü sermayenin binlerce kurbanından biri olarak 35 yaşında yaşamını yitirdi.
30 April 2021 - 19:30
İşçi sınıfı işgününü kısaltma mücadelesi verirken aynı zamanda işsizliğe ve düşük ücretlere karşı da mücadele etti. Ancak işçilerin patronların karşısına bir sınıf olarak dikilmeleri ve kendi sınıf örgütlerini yaratmaları bir anda olmadı.
Kasım 1811’de fabrika sahipleri “General Ludd” imzalı bir bildiri aldılar. Bu bildiride patronlar tehdit ediliyor, yeni makineleri kullanmamaları isteniyor ve aksi takdirde fabrikalarla birlikte tüm mülklerinin yakılıp yıkılacağı ilan ediliyordu. Gerçekte “General Ludd” diye biri yoktu. Ned Ludd ismi 1770’lerin sonunda bir eve girerek pamuk eğirme makinesini kıran kişi olarak efsaneleşmiş ve makinelere tepki olarak örgütlenen işçilerin simgesi olmuştu. Ludd bildirileri öylesine yaygınlaşmıştı ki, makine kırma eylemleri Ludizm adıyla anılmaya başlayacaktı. Makineleşme iş saatlerini azaltmak bir yana uzatmış, ücretleri düşürmüş, işsizliği arttırmıştı. Bu nedenle makine düşmanlığı ve makine kırıcılığı işçiler arasında karşılık buluyordu. Zaman ilerledikçe işçi sınıfı esas sorumlunun makineler değil, kapitalist kâr düzeni olduğunu kavrayacak ve gerçek sınıf örgütleri örgütleyip bir sınıf olarak burjuvazinin karşısına dikilecekti. Makineleri kırmak yerine onları çalıştırmayacaktı!
30 April 2021 - 20:00
1800’lerde işçi sınıfı işgününü kısaltmak ve ücretlerini yükseltmek için Avrupa’dan Amerika’ya sayısız mücadeleler verdi. Genellikle 14-16 saat çalışan işçiler önce işgününü 12 saate daha sonra 10 saate düşürmek için mücadele ettiler. İşçiler ile patronlar arasındaki sınıf savaşının en çetin yürüdüğü alanlardan biri oldu işgününü kısaltma mücadelesi... Kapitalistler için işgünü, “24 saatlik tam günün, emek gücünün yeniden işe koşulabilmesi için mutlak gerekli birkaç dinlenme saati çıktıktan sonraki kısmı” demekti.
Peki, neydi bu mutlak gerekli birkaç dinlenme saati? İşçinin fabrikada çalışmaya devam edebilmesi için ihtiyaç duyduğu beden gücünü yeniden kazanacağı asgari uyku ve beslenme süresi… Yani kapitalistlerin gözünde işçilerin tek varlık sebebi fabrikalarda çalışmaktı. Üretim sürecinin dışında geçen her dakika kapitalist için “israf” demekti. İşte bu nedenle kapitalistler işçilerin işgününü kısaltma mücadelesine her seferinde şiddetle saldırdılar. İşçilerin kararlı mücadeleleri karşısında geri adım atarak iş saatlerini düşüren yasaları kabul ettiklerinde dahi buldukları her fırsatta yasaları delmek için bahaneler ürettiler. Ekonomik kriz dönemlerini işçi sınıfının kazanımlarını yok etmek için kullandılar. Yasaları, mahkemeleri, sözde uzmanlarını kendi açgözlülüklerine gerekçe bulmak için kullandılar.
30 April 2021 - 20:30
İngiltere’de çalışma saatlerini düzenleyen ilk yasa 1833 yılında çıkarılan Fabrika Yasasıydı. Yasaya göre bir işgünü sabah 5 buçukta başlayıp akşam 8 buçukta sona erecekti. 13-18 yaşları arasındaki çocuklar 12 saatten fazla çalıştırılmayacaktı. 9-13 yaşları arasındaki çocukların çalışma süreleri ise günde 8 saat ile sınırlandırılmıştı. Fabrika Yasasından önce çocuklar ve gençler, bütün gün, bütün gece veya keyfe göre gece de gündüz de çalıştırılıyordu.
Ancak son derece yetersiz olan bu yasa bile kapitalistleri çileden çıkarmaya yetmişti. Çıkarılan yasayı fiili olarak delmek için her yöntemi kullandılar. Ama işçiler bu yasayla yetinmemiş işgününün 10 saate düşürülmesi için sesini yükseltmeye başlamıştı! Kapitalistler feveran ediyordu. İşgününün daha fazla kısaltılması söz konusu olamazdı. Zaten işçileri çalıştırdıkları sürenin sadece son bir saatinde kâr edebiliyorlardı. Bu sahtekarca feveran karşısında işçiler, “madem öyle, kapatın gidin o zaman!” diyorlardı. Patronlar bu son derece “bilimsel” veriyi açıklaması için 1836 yılında İngiliz iktisatçı Nassau W. Senior’a başvurdular. Senior, yemedi içmedi, gece gündüz çalıştı ve 1837 yılında “son saat” zırvasını açıkladığı bir broşür çıkardı. Senior’e göre şayet iş saatleri günde 1 saat azaltılacak olsa fabrikatörlerin net kârın tamamı, 1,5 saat azaltılacak olsa brüt kârın tamamı yok olacaktı!
İşçiler ile kapitalistlerin işgünü mücadelesini gösteren bir çizim. En tepede iş, saatten sarkan zincirlerin ucundaki torbalarda ise “sermaye” yazıyor. İşçinin sağında miting ve işçi haklarına dair duvar yazıları yer alıyor. En altta üzerinde “sağduyu” yazan kitap sınıflar üstü bir anlayışı, belli ki yasaları temsil ediyor. Kitabın üzerindeki kişinin elinde tuttuğu sarkacın üzerinde hakem, hakem kararıyla halletme, arabuluculuk anlamına gelen “arbitration” yazıyor. Yere atılan sarkacın üzerinde “tekel” yazdığını görüyoruz. Patronun iş saatleri üzerinde tekel kurmasına izin verilmediği vurgulanıyor. Böylece yasaların iki tarafa da eşit olduğu ve orta bir yol bulunabileceği, sorunun hakem yoluyla çözülebileceği mesajı veriliyor. Fakat gerçekte kapitalist düzende işçi ile patron hiçbir şekilde eşit değildir ve yasalar da patronlardan yana düzenlenmiştir. İş saatlerinin kısaltılması ancak işçi sınıfının uzun ve zahmetli mücadelesiyle olmuştur.
Kapitalistler mümkün olsa işçiyi 24 saat çalıştırmak istiyorlardı. Nihayetinde makineler satın almış, yatırım yapmışlardı. Makinelerin boş kaldığı her saat kayıp demekti. Ancak hem işçi sınıfının mücadelesi hem de bir işçiyi 24 saat çalıştırmanın fiziksel olarak mümkün olmaması nedeniyle çözümü vardiya sistemini getirmekte buldular. Böylece makineler gece gündüz durmadan çalışacak, kapitalistlerin doymak bilmez kâr hırsını tatmin etmek için insan doğasına aykırı olan gece çalışmasında işçiler sağlıklarını kaybedecekti. İşçilerin ortalama yaşam sürelerinin 30’lu yaşlara inmesi sermayenin umurunda değildi.
30 April 2021 - 21:00
Nasıl da amansız patladı gök gürlemesi Nasıl da vurdu şimşekler fabrika bacalarını… Boşaldı yağmur; hiddetli, öfkeli İlk kez anne sütünün tadını alan çocuk gibi kana kana emdi suyu çatlamış toprak… Bir telaş, kızılca kıyamet sokaklar Çamur dize kadar yükseldi işçi mahallelerinde Yıkandı pas giyinmiş kent Yeni doğmuş bebek gibi temiz Doğuran ananın yüzü gibi duru… Tarih yeniden okundu duvar yazılarında Selam durdu çiçekler güneşe bin yılların hasretiyle Hayat yeni yaşamlar doğururken Gün insanlarla sokaklara indi Sokaklar dünden farklıydı…
İşçiler Lyon’da 14-16 saati aşacak şekilde çalışıyorlardı. Buna karşılık başlarını sokacak bir kulübeleri yoktu ve karınlarını bile doyuramıyorlardı. Bu ayaklanmayla işçi sınıfı, ilk kez burjuvazinin karşısına bağımsız bir sınıf olarak dikilmiş ve doğrudan kapitalist düzeni hedef almıştı. Ücretlerine zam yapılması ve bir ücret bareminin yani bir asgari ücretin belirlenmesi talebiyle ayaklanan Lyon işçileri, şehri birkaç kez ele geçirmelerine rağmen ne yapacaklarını bilemedikleri için gerisini getirememişlerdi. Yine de bu ayaklanma işçilerin kendi güçlerinin farkına varmasını sağlamış ve onlara cesaret vermişti. Ayaklanmanın ardından bir gazetede şöyle yazıyordu: “Kasımdaki zafer Lyon işçilerine, kendileriyle başa çıkılmasını imkânsız kılan bir gurur ve cesaret verdi. Bu, yüzyıllar boyunca atölyelerde en sevilen hikâye olacak, gelenek bu müthiş olayı nesilden nesle aktaracak ve son dokumacı son çırağa hevesle: ‘Bizler bir zamanlar ipek fabrikatörlerini ve garnizonu defedip şehri ele geçirdik’ diyecekti.”
30 April 2021 - 21:30
10 saatlik işgünü talebiyle Philadelphia’da Kuzey Amerika’nın ilk genel grevi örgütlendi. İşçiler sabah 6 ile akşam 6 saatleri arasında bir saat kahvaltı, bir saat akşam yemeği molası ve ücretlerinde artış talep ediyorlardı. Rıhtımlarda kömür taşıyan işçilerin başlattığı greve kısa sürede deri işçileri, matbaacılar, marangozlar, duvar ustaları, ev ressamları, fırıncılar ve şehir çalışanları dâhil olmak üzere birçok sektörden 20 bin işçi katılmıştı. Greve şehirdeki kamu çalışanlarının da katılmasının ardından hükümet yaz dönemi boyunca sabah 1 saat ve akşam 1 saat yemek molası olacak şekilde işgününün sabah 6-akşam 6 olarak düzenlenmesini kabul etmek zorunda kaldı. Bu ilk büyük genel grev ve ilk zafer Philadelphia ile sınırlı kalmadı. Grev dalgası hızla diğer eyaletlere yayıldı ve 1835 yılının sonunda ülke genelinde yasalaşmasa da pek çok şehirde 10 saatlik işgününün kabul edilmesiyle sonuçlandı.
ABD’de işgününün kısaltılması mücadelesi 1840’larda emekçi kadınların da katılmasıyla daha da büyüyecekti. İçinde sadece fabrikaların ve bu fabrikalarda çalışan, çoğunluğu kadın binlerce işçinin olduğu bir sanayi merkezi düşünün. Burası Massachusetts eyaletine bağlı Lowell kasabasıdır. İş ve geçinebileceği bir ücret hayaliyle ABD’nin dört bir yanından işçiler akmış buraya. Yaşları 16 ile 25 arasında değişen binlerce genç kadın evlerinden uzakta, bu fabrikalarda çalışıyor ve fabrikalara ait lojmanlarda kalıyor. Onlara “Mill Girls” yani Fabrika Kızları deniyor. Patronlar savunmasız ve çaresiz olarak gördükleri bu genç kadınları daha kolay yönetebileceklerini düşünüyorlardı. Ne var ki Fabrika Kızları patronları “hayal kırıklığına” uğrattılar. 1845’te iş saatlerinin kısaltılması için büyük bir mücadele vereceklerdi. 14 saatlik işgününün 10 saate düşürülmesini isteyen 40 bin dokuma işçisi kadın, mitingler ve grevler örgütlediler. Elden ele dolaşan işçi gazeteleri çıkardılar ve sonunda işgününü 11 saate düşürmeyi başardılar.
İşçilerin örgütlenmesinin ve grevlerin önüne geçemeyen egemenler, 1824’te İngiltere’de sendika kurma hakkını yasalaştırmak zorunda kaldılar. İlerleyen yıllarda sendikalar, People’s Charter, yani Halkın Bildirgesi adında bir oluşum etrafında toplandılar. Genel oy hakkını ve işçilerin parlamentoya seçilmesini savunan Chartist Hareketin ileri sürdüğü taleplerin başında 10 saatlik işgünü bulunuyordu. “Saraylara savaş, kulübelere barış” şiarıyla başlatılan mücadele sonucunda İngiliz işçi sınıfı 10 saatlik işgününü burjuvaziye kabul ettirdi. 1 Mayıs 1848’de 10 saatlik işgünü yasası yürürlüğe girdi.
İngiliz burjuvazisi 10 saatlik işgünü yasasına saldırmakta gecikmeyecekti. Bunda, Haziran 1848’de kazanımlarının yok edilmesine karşı ayaklanan Fransız işçi sınıfının yenilgisi belirleyici bir rol oynadı. Şubat Devriminde öncü rol oynayan işçi sınıfı, Sosyal Cumhuriyet talep ediyor ve aslında sömürüye son vermek istiyordu. İşçi sınıfının devrimle kazandığı 10 saatlik işgünü hakkı Haziran yenilgisinden sonra elinden alındı ve çıkartılan yeni bir yasayla işgünü 12 saat olarak belirlendi. Sermaye sınıfı, İngiltere’de de yoğun bir saldırı kampanyası yürüttü, 10 saatlik işgünü yasasını fiilen geçersiz kıldı. Yetişkin erkekler için gece çalışmasını yeniden yaygınlaştırıldı. Utanmazca haykırıyorlardı: “On Saat Yasası bize bir başka çıkar yol bırakmıyor!” İkinci saldırı yasal yemek aralarına yönelik oldu.
1 May 2021 - 10:00
İşçi sınıfının şairi Onlar ki şiirinde işçileri, emekçileri, ezilenleri anlatır. Onların çelişkilerini, zaaflarını, safi insani yönlerini resmeder ve kimse de “hayır, öyle değil” diyemez. Ama nasıl muazzam bir güce sahip olduklarını da anlatır ozan. Anlattıkları yalnızca bizim topraklarımıza özgü değildir. Onlar toprakta karınca, havada su kadar çokturlar. Ancak çok olmak yetmez; eğer çok olanlar örgütlü ve kendi sınıf çıkarlarının bilincinde değillerse kolay aldatılırlar. Düşmanın yani sömürücü egemenlerin sözlerine kanıp sancaklarını elden yere düşürürler. Ama kol kola girdiklerinde, birbirlerinden güç aldıklarında, tek bayrak etrafında birleştiklerinde her şey değişir. Ve işte o zaman der ozan; onlar ağır ellerini toprağa basıp doğrulduklarında tarihin gidişatı değişmiş olur.
1 May 2021 - 11:00
İşçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs, son iki senedir meydanlarda kitlesel olarak kutlanamıyor. Meydanları işçi sınıfına yasaklayan egemenlerin bahanesi her zamanki gibi koronavirüs salgını! Her nasılsa “lebaleb” kongrelere ve binlerce kişinin katıldığı cenazelere uğramayan virüs, işçi sınıfını görünce kudurup harekete geçiyor! Bunun bildiğimiz anlamda virüs olmadığını, bunun sermaye virüsü ve işçi düşmanlığı olduğunu biliyoruz. Ama sömürücü egemenler unutmasınlar, işçi sınıfının bağrında derinden derine bir öfke birikiyor. Bu öfkenin bir volkan gibi ne zaman patlayacağı belli olmaz! Yine unutmasınlar, ne yaparlarsa yapsınlar dünya işçi sınıfının 1 Mayıs geleneğini yok edemeyecekler! İzleyeceğimiz video da göreceğimiz gibi, tüm kuşaktan işçiler, sendikacılar, gençler ve geleceğin işçileri olacak işçi çocukları 1 Mayıs coşkusuna ortak oluyor. Bu tablo, 1 Mayıs ateşinin söndürülemeyeceğinin kanıtıdır. Her şart altında 1 Mayıs mücadelesine çıkanlara selam olsun!
İşçilerden 1 Mayıs Mücadele Mesajları
Kuşkusuz bu gece sonsuza dek uzamaz
Bir yerde biter, bitmelidir
Acılar bir ömür sürmez
Bir gün sevinçle değişmelidir…
E. Çağlı’nın dizelerinde dediği gibi; gece sonsuza dek uzamaz. Er ya da geç o karanlığı yırtacak, aydınlık güneşli günler doğacaktır. Biliyoruz ki mücadeleci işçiler güneşin doğuşuna hazırlık yapacak, yükselecek olan mücadeleyi daha da ileri taşıyacak. Zor günler olsa da baskılar olsa da biz mücadeleci metal işçileri bu süreçte 1 Mayıs’ı en iyi şekilde kutlamak için tüm çabamızla çalışmalarımıza devam ediyoruz. İşçi kardeşlerimize 1 Mayıs’ı ve önemini anlatıyor, neden kutlamamız gerektiğini konuşuyoruz.
1 Mayıs coşkusuyla alanları dolduracağımız, caddelerden sel gibi akacağımız o günler er ya da geç gelecek. İşte bu bilinçle gelecek güzel günler için çalışmalarımızı, mücadelemizi fabrikalarda, işçi semtlerinde sürdürüyoruz. Selam olsun geleceğin mücadeleci kızıl gelinciklerine, selam olsun işçi sınıfının mücadelesine, selam olsun 1 Mayıs geleneğini yaşayan ve yaşatan dünya işçi sınıfına… Yaşasın 1 Mayıs, Yaşasın Örgütlü Mücadelemiz!
İstanbul/Esenyurt’tan bir grup metal işçisi
1 May 2021 - 11:30
İşçiler ve çiftçiler birleşin
Hiçbir şeyiniz yok kaybedecek
Zincirlerinizden başka
Ama bir dünya var kazanacak
Bugün 1 Mayıs, 1 Mayıs!
Ordularınız sarıyor yeryüzünü damar damar!
(Louis Zukofsky)
İşçi sınıfının mücadelesinde sancakların ve bayrakların özel bir yeri vardır. Her sektörde çalışan işçileri ya da bu işçilerin birliğini temsil eden sancaklar olduğu gibi, tüm işçi sınıfını temsil eden sancaklar da vardı. Sancaklarda işçilerin çalışma alanları resmedilir ve talepleri yer alırdı. Taş ustaları, fırıncılar, tekstil ya da metal işçileri yürüyüşe geçtiklerinde, onları temsil eden sancak en önde taşınır ve gelmekte olanın kimler olduğunu bildirirdi.
Avrupa, Avustralya ve Amerika’da taşınan sancaklarda kadın figürleri oldukça baskındır. Çünkü sancaklardaki kadın figürü Adalet Tanrıçasını temsil etmektedir; o adalet, eşitlik ve özgürlük dağıtandır! Bu sancakta da gördüğümüz gibi, solda oturan kadının elinde kılıç vardır. Ayakta olanın arkasından ışıklar saçılmakta ve gelecek aydınlık günleri, adaleti müjdelemektedir. Sancağın en üstünde 8 saat yazıyor ve bu çalışma süresine karşılık geliyor. Hemen solda (rest) dinlenme, sağda ise yeniden doğuş, kendini yeniden yaratma, eğlence anlamına gelen recreation yazıyor. Bunu Türkçeye canımız ne isterse olarak çevirebiliriz. En altta ise solda adalet (justice), ortada özgürlük (liberty) ve sağda da refah (prosperity) yazıları dikkat çekiyor. Çünkü adaletin, özgürlüğün ve refahın olmadığı bir toplumda insan gibi dinlenmek ve insanın kendisini yeniden üretmesi mümkün değildir.
1 May 2021 - 12:00
Sermaye sınıfı, işçinin kendisini insan olarak duyumsaması, ruhen gelişmesi, toplumsal işlevlerini yerine getirmesi, fiziksel ve ruhsal yaşam güçlerini özgürce kullanması için gereken zamanı hep israf olarak görmüştür. İşçi sınıfı ise dinlenmeye, yaşamaya, toplumsal ihtiyaçlarını karşılamaya ayırması gereken zamanı tırtıklayıp duran bu açgözlü sömürücü sınıfa karşı mücadele etmiştir. Bu mücadele akıp giderken bazı tarihler dönüm noktası haline gelmiş, işçi sınıfının tarihsel hafızasına kazınmıştır. 1856 gibi, 1886 gibi, 1890 gibi…
Avustralyalı işçiler aslında henüz 1820’li yıllarda sendikalar kurarak yaygın biçimde örgütlenmeye başlamışlardı. 1850’lerin ortasına gelinirken dünya işçi sınıfının işgününü kısaltma mücadelesi büyüyerek devam ediyordu ve bugün kimilerinin “dünyanın dibi” olarak adlandırdığı Avustralya, 8 saatlik işgünü mücadelesinin merkeziydi, kalbiydi. İşçiler bu taleple gösteriler, grevler, toplantılar, eğlenceler düzenliyorlardı. Her yerde bu talebi haykırıyorlardı. Bu taleplerini anlattıkları yüz binlerce bildiri basıyor ve dağıtıyorlardı. Tüm fabrika duvarlarını “8” talebiyle donatıyorlardı. 1856 yılı Avustralyalı işçilerin mücadelesinde tam bir milat oldu. Nasıl mı?
1851’den sonraki 10-15 yılda Avustralya işçi sınıfı sıçramalı biçimde büyüyüp gelişti, örgütleri de mücadelesi de güçlendi. Çünkü kıtanın güneydoğusunda bulunan Viktorya eyaletinde altın bulunmuştu! Ve altına hücum edenler beraberlerinde dünyanın ve Avustralya’nın dört bir yanından duvarcıları, taş ustalarını, marangozları, madencileri, demiryolcuları, ayakkabıcıları, dokumacıları, liman işçilerini, gemicileri, hamalları, fırıncıları, işsizleri… yani işçi sınıfını da getirmişlerdi.
Büyük Britanya’dan, İrlanda’dan, Almanya’dan, Polonya’dan, Amerika’dan hatta Çin’den yüz binlerce insanın akın akın geldiği Avustralya, o yıllarda bir İngiliz sömürgesiydi. Bu nedenle en çok Britanya’dan işçi gelmişti Viktorya’ya. Bu işçilerin bir kısmı kendi ülkelerinde işçilerin oy hakkı için, sendika kurmak için, işgününü kısaltmak için mücadele etmiş nitelikli, deneyimli ve bilinçli işçilerdi. Bu durum daha baştan sınıf dayanışmasının yeşermesine, sömürgecilere ve sömürücülere karşı nefretin büyümesine yol açtı. Avustralya işçi sınıfının gücüne güç kattı. Elbette 8 saatlik işgünü mücadelesini de ateşledi.
İşçiler yeni geldikleri Viktorya eyaletinde en çok bir liman kenti olan Melbourne ve çevresine yerleşiyorlardı. Eski İngilizcedeki anlamı “değirmen suyu” olan Melbourne aslında ilk olarak 1835 yılında ev sahipliği yapmıştı Avrupalı yerleşimcilere. Ama 1851’den sonraki beş on yıl içinde kıtanın en kalabalık kenti ve hatta başkenti oldu. 8 saatlik işgünü mücadelesi 1856’da bu kentte zafere ulaştı. Örgütlenen ve “8 saatten fazla çalışmayacağız” diyen duvarcılar, 8 saatlik işgünü hakkını kazandı. Bu zafer diğer sektörlere “salgın” gibi yayıldı. İşçiler bu zafer için yürüttükleri mücadeleyi ve ödedikleri bedelleri unutmadılar. Her sene yürüyüşler düzenleyerek zaferlerini kutladılar ve mücadele geleneğini sonraki kuşaklara aktardılar. Şimdi 1939 yılının Melbourne’nüne gidelim ve sonraki kuşakların bu geleneğe nasıl sahip çıktığına şahit olalım:
1 May 2021 - 12:30
Yüreği 1 Mayıs coşkusuyla, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya özlemiyle çarpan tüm işçilere selam olsun! Egemenler salgını işçi sınıfının mücadelesini bastırmak için kullanıyorlar. İktidar sahipleri sendikal faaliyetleri engelliyor, işçilerin eylemlerine, direnişlerine, grevlerine saldırıyorlar. Patronların sokaklarına özel eylem yasağı koyuyorlar. Ama tüm baskılara rağmen işçiler boyun eğmiyor, Türkiye’nin dört bir yanında mücadele ediyor. Hep birlikte kulak verelim direniş alanlarından yükselen sese:
İşçilerden 1 Mayıs Mücadele Mesajları
Merhaba dostlar! Bizler markette, tekstilde, fabrikalarda çalışan bir grup genç kadın işçiyiz. UİD-DER’in hazırladığı “Zulme Boyun Eğmiyoruz! 1 Mayıs Ruhuyla Dayanışmamızı Güçlendiriyoruz!” etkinlik videosuyla birlikte pek çoğumuz ilk defa 1 Mayıs’ın tarihini, önemini öğrendik. Geçmiş işçi kuşakları bizim için çok şey yapmışlar. Bugün sahip olduğumuz pek çok hakkın işçilerin mücadelesiyle kazanıldığını öğrendik ve kendimize sorduk: Biz ne yapıyoruz, neden hep başkalarından bekliyoruz? Neden biz de bir şeyler yapmıyoruz? Şimdiye kadar neden 1 Mayıs’ı öğrenememişiz? Çünkü tepemizdekiler bizim cahil kalmamızı istiyorlar. Haklarımızı öğrenmeyelim istiyorlar. Umutsuzluğa sürüklüyorlar bizi. Bir şeylerin değişmeyeceğine inandırıyorlar. Yaşamlarımız evden işe, işten eve mekik dokumakla geçiyor. Yaşamımızda sosyallik adına hiçbir şey yok. Oysa mesela basketbol oynayabilir, müzikle, resimle ilgilenebiliriz. Yeteneklerimiz var ama ne maddi olanaklarımız var, ne de vaktimiz... Bunu “doğanın bir kanunu” gibi gösteriyorlar, “ne yapabiliriz ki, böyle gelmiş böyle gider” diye düşünmemizi istiyorlar. Bizler de UİD-DER’de öğrenmeye başlayarak bir şeyler yapabiliriz. Geçmişteki işçiler, özgürlük mücadelesi vermişler. Özgürlük mücadelemizi büyütmek için, haksızlıkların, adaletsizliklerin son bulması için 1 Mayıs’a sahip çıkıyoruz!
Tuzla’dan bir grup genç kadın işçi
1 May 2021 - 13:00
Dünya İşçileri, sizi bağlayan ne olursa olsun,
Bırakın bugün iş kalsın:
Kış bulutlarını savurun öteye,
Atılın ileriye, güneş ısıtsın sizi
Davanız dünyanın umududur,
İnsan soyunun hayatı sizin çabanızdadır,
İşçinin bayrağı Özgürlük açıldığında
Parlak geleceğin yüzü saklıdır ardında.
(Walter Crane)
Sancakta yazdığı gibi, emeğin birliği dünyanın umududur. Neden mi? Çünkü ancak birleşen işçiler değişimin önünü açabilirler. Ancak birleşen işçiler gerçek özgürlük, gerçek adalet, gerçek eşitlik ve gerçek mutluluğun olduğu bir dünya uğruna mücadele edebilirler. Ve ancak birleşen işçiler mücadeleleriyle umut yaratabilirler. 1 Mayıs’ın doğuşuna yol açan 8 saatlik işgünü talebi ve dünya işçi sınıfının bu talep uğrunda tek bir ordu gibi birleşmesi muazzam bir umut yaratmamış mıydı dünya işçi sınıfında? Bu umut değil miydi kıtadan kıtaya işçileri sarıp sarmalayan? Nitekim Avustralya’dan sonra bu umut fırtınasının durağı okyanusun öte yanıydı, Amerika’ydı. Ve 1 Mayıs’ı 1 Mayıs yapacak, İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü yapacak günler yaklaşıyordu…
Amerikalı işçiler tıpkı Avustralyalı işçi kardeşleri gibi “8 saat iş, 8 saat uyku, 8 saat canımız ne isterse” diyorlardı. İşçiler, bu son 8 için kimi zaman “for what we will”, kimi zaman “recreation” demişler. İlki “yapmak istediğimiz şeyler için, irade gösterdiğimiz şeyler için” anlamına geliyor. İkincisi “kendimizi yeniden üretmek, eğlenmek, mutlu olmak, toparlanmak, yeniden ayağa dikilmek için” anlamlarının tümünü karşılıyor. İşçiler bu taleplerini yaymak için şiirler yazıyor, şarkılar besteliyor, bildiriler dağıtıyorlardı. Boston’da yaşayan bir gazete editörü olan Isaac Blached 1860’ların sonlarına doğru “Sekiz Saat” şiirini yazar. Amerika’nın dört bir yanında emekçilerin ortak talebidir 8 saat çalışmak. 1878’lere gelindiğinde “Sekiz Saat” şiiri bestelenir, ilerleyen yıllarda her mitingde, her toplantıda söylenen şarkılarından biri olur. Şarkının nakaratı olan “8 saat iş, 8 saat dinlenme, 8 saat canımız ne isterse” sloganı artık Amerikan işçi sınıfının dilinden düşürmediği talebidir. Mücadele bayrağına yazdığı sloganıdır.
İşçilerden 1 Mayıs Mücadele Mesajları
Günlerin bugün getirdiği
Baskı zulüm ve kandır
Ancak bu böyle gitmez sömürü devam etmez
1 Mayıs’ın ruhuyla siz işçi dostlarımızı selamlıyoruz. Bizler de kadın emekçiler olarak diyoruz ki şanlı 1 Mayıs’ımız işçi sınıfına kutlu olsun. Biz isteriz ki insanın insanı sömürmediği, biz isteriz ki savaşların olmadığı, biz isteriz ki insan gibi yaşayacağımız bir dünya olsun. Ve biz isteriz ki çocuklarımızın yüzü gülsün, özgürce güzel yarınlara koşsunlar. Bu sebeple de UİD-DER’li mücadeleci kadınlar olarak umudumuzu hep diri tutuyoruz. Düşlediğimiz bir dünyanın mücadelesini onurla gururla veriyoruz. Eninde sonunda bu kahrolası düzen yıkılacak!
Bir grup UİD-DER’li kadın işçi
1 May 2021 - 13:45
1 Mayıs’ın doğduğu topraklar olan Amerika’da işçi sınıfı 1800’lü yılların başından itibaren sıçramalı bir şekilde büyümüş ve büyük mücadelelere girişmişti. Fakat 1870’li yıllardan sonra Amerika’nın çehresi bir hayli değişmişti. Amerikan sanayi devrimi yılları olarak adlandırılan 19’uncu yüzyılın son çeyreğinde bu değişimin sonuçları artık çok daha açık biçimde görülüyordu. Tıpkı Avustralya’da olduğu gibi Amerika’da da işçilerin bilinçlenmesinde ve hakları için mücadeleye atılmasında Avrupa’dan gelen göçmen işçilerin rolü büyüktü. Onlarca dilde gazeteler çıkarılıyor, bildiriler hazırlanıp basılıyor, işçiler sendikaların ve işçi örgütlerinin çatısı altında birleşiyordu.
Kapitalizm bir dünya sistemidir. Tam da bu nedenle dünyanın bütün coğrafyalarına hızla yayılmış ve sermayeyi uluslararası hale getirmiştir. Elbette işçi sınıfını da! İşte bu koşullarda işçi sınıfını birleştirecek bir örgütün kurulması kaçınılmazdı. İşçi sınıfının büyük önderleri Marx ve Engels’in öncülüğünde, 1864’te Uluslararası İşçi Birliği kurulmuştu yani Birinci Enternasyonal. Bu örgütlenmeyle birlikte işçi sınıfının mücadelesi daha da büyümüş; tarihin gördüğü ilk işçi iktidarı, Paris Komünü deneyimi bu sayede yaşanabilmişti. Ancak Komünün yenilgisinin ardından fikir ayrılıkları, bölünmeler Enternasyonal’i, işçilerin en çok ihtiyaç duyduğu örgütlenmeyi felç etmişti. Ve o tarihlerde Amerika işçi sınıfı grevlerle, eylemlerle dipdiri bir mücadele içinde olduğunu ortaya koyuyordu. Enternasyonal’i kurtarmak üzere örgütün merkezi 1872’de Amerika’ya taşındı. Amerikalı sosyalistler, mücadeleci sendikalar, işçi örgütleri Enternasyonal çatısı altında birleşti. Enternasyonal kısa zamanda 1 milyon 200 bin üyeye ulaştı. İşte bu durum Amerika’da hem işçi sınıfının mücadelesini hem de 8 saatlik işgünü mücadelesini hızlandırdı.
1873’te patlak veren krizin ardından New York’ta on binlerce insan işini kaybetmişti. Çoğu Almanya’dan göç etmiş işçilerden oluşan binlerce işçi Tompkins Meydanında bir araya geldi. Öfkelerini ve taleplerini dile getirmek istiyorlardı. İşsizliğin önlenmesini ve 8 saatlik işgününün benimsenmesini istiyorlardı. En güzel kıyafetleri içinde pankartlarının ve sancaklarının arasında yürürken polisin saldırısına uğradılar. Bu eylem ve ardından gelen saldırı halk arasında polis şiddeti, ifade özgürlüğü, protesto düzenleme özgürlüğü üzerine tartışmaları körükledi. Halkın büyüyen öfkesi ve işçilere destek vermesi, gazetelerin halka şirin görünmek için işçilerden yana yazılar yazmasına neden oldu. Protestodan hemen sonra eyleme katılan kalabalıkları aşağılayan gazeteler aradan iki hafta geçince Tompkins Meydanında bu şiddete karşı çıkanların görüşlerine yer vermeye başladılar. Eylemcilerin polisin şiddetine uğramış, vergi ödeyen iyi vatandaşlar olduğunu yazdılar. İşte bu çizim eylemcileri birden bire “iyi vatandaşlar” olarak görmeye başlayan gazetelerde basıldı.
1 May 2021 - 14:30
1820’lerden itibaren sanayinin çarkları arasına giren ve 1840’lardan itibaren mücadelede yerlerini alan kadın işçiler sanayi devrimi yıllarında daha da öne çıkıyordu. Avustralya’nın aksine Amerika’da kadınlar sadece adaletin sembolü olarak sancaklarda değil, gerçek hayatın içinde, çalışan, örgütlenen ve mücadelede öne çıkan figürler olarak öne çıkmaya başlıyordu. Hem bu kadınlardan biri hem de Kanadalı bir göçmen olan Jones Ana işçi sınıfının durumunu ve 8 saatlik işgünü mücadelesini şu sözlerle anlatıyordu:
“1880’den itibaren tümüyle işçi sınıfı hareketi içine dalmış durumdaydım. Bütün büyük sanayi merkezlerinde, işçi sınıfı isyan halindeydi. Avrupa’dan gelen büyük göç, yoksul mahallelerini kalabalıklaştırdı, ücretleri düşürdü ve Amerikan işçilerinin uğruna savaştığı yaşam standardının gerilemesi tehdidini doğurdu. Tüm ülke çapında, ekonomik kriz ve aşırı işsizlik vardı. Şehirlerde açlık, sefalet ve umutsuzluk hüküm sürüyordu. Avrupalı despotların elinde acı çekmiş olan göçmen mücadeleci işçiler, işçilere çeşitli ekonomik kurtuluş planları önermekteydi. İşçiler sadece, ekmek ve uzun çalışma saatlerinin kısaltılmasını istediler. Bilinçli işçiler onlara görüş gücü verdi, ufuklarını açtı. Polis de cop.” Bu durumda işçilerin bilinçlenmesi, dayanışma içinde olması ve 8 saat hakkını alması için mücadeleyi yükseltmek gerekiyordu.
O yıllarda New York tam bir işçi yatağıydı. İşçiler haftanın 6 günü günde en az 10 saat korkunç koşullarda çalışıyorlardı. Düşük ücretler, çocuk işçilik, hastalık ve doğum izni gibi hakların olmaması, molaların yetersizliği, iş kazaları gibi sorunlar işçilerin canına tak etmişti. Jones Ana’nın da üyesi olduğu iki işçi örgütü; Emek Şövalyeleri ve Terziler Sendikası, Ocak 1882’de birleştiler ve New York, Brooklyn ve Jersey City Merkezi Emek Sendikasını kurdular. Aylar süren çalışmaların ardından 5 Eylül 1882’de Emek Günü yürüyüşü düzenlenmesini sağladılar. Bu mitingde çekilmiş fotoğrafta, kadın ve erkek işçiler en güzel kıyafetleri içindeler. Havada heyecan var. O gün yürüyüşler, konserler, piknikler düzenleniyor, konuşmalar yapılıyor, sloganlar atılıyor, tam 10 bin işçi 8 saat talebiyle yürüyor. 10 bin işçinin katıldığı o yürüyüşten bugüne Amerikalı işçiler 5 Eylül’ü Emek Günü olarak kutlamaya devam ediyorlar.
Emek Günü Yürüyüşü, 1882. 8 saatlik işgünü talebiyle düzenlenen 5 Eylül gösterisinin sembolü haline gelmiş o tabloya bakıyoruz şimdi. Tablo kimin kaleminden çıktı, bilemiyoruz. Fakat öylesine canlı ki yemyeşil yaprakların ağaçlarda salınışını görüyoruz, aynı rüzgârı yüzümüzde hissediyoruz. Gökyüzünde uçan kuşların sesini, büyük bir disiplinle yürüyen işçi kortejlerinin adımlarını, sloganlarını duyuyoruz. Tertemiz giysileri içinde “Emek Günü”nü kutlayan işçilerin umutlu ve neşeli kalp atışlarını duyuyoruz. Dövizlerden birinde “Tüm zenginliği yaratan emektir” yazıyor, bir başkasında “Tüm insanlar eşit doğar” deniyor, önlere doğru olanlardan birinde ise şöyle deniyor: “Tüm vergileri işçiler veriyor.”
1 May 2021 - 15:15
Tüm dünyada pandemi bahanesiyle demokratik ve ekonomik haklara yönelik saldırıların arttığı bir dönemde dünya işçi sınıfı 1 Mayıs’a sahip çıkıyor, dayanışmayı büyütüyor. Amerika’dan, Filipinlerden, Japonya’dan, Fransa’dan, İngiltere’den sınıf dostlarımız UİD-DER’e ve Türkiye işçi sınıfına dayanışma mesajlarını gönderdiler, işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs’ı kutladılar. Hak gasplarına ve baskılara karşı mücadeleyi büyütme çağrısı yaptılar:
1 May 2021 - 16:15
Şikago (Chicago), 1800’lerin ikinci yarısında çehresi en çok değişen kentlerin başında geliyordu. 1830’larda nüfusu 4 bin olan bu küçük kasaba 1880’lerden itibaren tam bir sanayi ve ticaret kenti haline geldi. Anlı şanlı fabrikaların ve onların kibirli patronlarının kentiydi artık Şikago. Dünyanın ilk gökdelenlerinin mekânıydı. Demiryollarının, çelik endüstrisinin, hayvancılık ve et endüstrisinin, keresteciliğin merkeziydi. Ama aynı zamanda bir işçi kentiydi. 8 saatlik işgünü mücadelesinin merkeziydi.
ABD’li şair Carl Sandburg bu çelişkiyi anlatmak için 1914’te bir şiir yazar Şikago üstüne. Anlı şanlı patronların yani “Domuz Kasabının”, “Buğday Yığıcının” Şikagosu’ndan nefret ettiğini anlatır. Ve elbette “yapı yapan, parçalayan, yeniden yapan” işçilerin Şikago’suyla gurur duyduğunu. Şikago “Geniş Omuzların Şehri” lakabını Sandburg’un bu şiiri nedeniyle almıştır…
Şikago
Dünyanın Domuz Kasabı,
Araç Yapımcısı, Buğday Yığıcısı,
Demiryollarının Oyuncusu, Yük Taşıyıcısı Ulusun;
Fırtınalı, dayanıklı, gürültülü şehri
Geniş Omuzların:
Başı açık,
Kürek sallıyan,
Yıkan,
Tasarlayan,
Yapı yapan, parçalayan, yeniden yapan,
Duman altında, ağzı toz içinde, bembeyaz dişleriyle gülen,
Yazgısının korkunç yükü altında bir delikanlının umursamazlığıyla gülen,
Hiç savaş yitirmemiş bir savaşçı nasıl gülerse, öyle gülen,
Bileğinde nabzı,
Kaburgalarının altında halkın yüreği attığı için övünen ve gülen,
Övünerek Domuz Kasabı, Araç Yapımcısı, Buğday Yığıcısı,
Demiryollarının Oyuncusu ve Ulusun Yük Taşıyıcısı olduğu
İçin, yarı çıplak, kan ter içinde,
Gençliğin o fırtınalı, dayanıklı
Ve gürültülü kahkahasıyla gülen.
1884’te tüm Amerika’da 8 saatlik işgünü için bir kampanya yürütülüyordu. Aynı zamanda Amerika’yı dalga dalga sarsan bir ekonomik kriz yaşanıyordu. 1885’te şiddetli bir kriz dalgasına kapılan Şikago’da on binlerce insan işini kaybetti, açlığa sürüklendi. İşsizler acınası bir manzara oluşturuyor, evsiz insanlar sokaklarda soğuk ve açlıkla boğuşuyor, çocuklar basit hastalıklar nedeniyle ölüyordu. Difteri salgını nice can alıyordu. Fakat patronlar sınıfı zevkusefa içinde yaşamaya devam ediyordu. Oteller gazetelere verdikleri reklamlarda şöyle sesleniyordu varlıklı müşterilerine: “Müşterilerimiz tren istasyonunda karşılanır ve onları, sıradan halka temas ettirmeden otele getirmek için özel bir hat kurulmuştur.” Yine varlıklı insanlar Boston’da canlı istiridye yemeye, Viyana mutfağının farklı lezzetlerini tatmaya çağrılmaktadır aynı gazete reklamlarında. İşte bu durum işçi sınıfının öfkesini bilemekte, 8 saatlik işgünü mücadelesini yeniden canlandırmaktadır. 1886’ya gelindiğinde 1 Mayıs’ta genel greve gitme talebi yükseltilmektedir. Tüm kentlerde hazırlıklar yapılmaktadır ancak Şikago açık ara öndedir.
1 May 2021 - 17:15
Haymarket, 1853. Adı 1 Mayıs ile özdeşleşecek olan Haymarket’in yani “Saman Pazarı”nın 1853’teki genel görünümü. Bu meydan çok uzun yıllar boyunca tüm işçi mitinglerinin adresiydi. Albert Parsons ve arkadaşları bu meydanda at arabaları üzerine kurulan kürsülerden seslendiler Şikago işçilerine.
8 saatlik işgünü mücadelesinin kahramanlarından Albert Parsons ve eşi Lucy Parsons. Parsons 1848’de Alabama’da doğdu. Teksas’ta Lucy ile evlendi. Bu evliliğin ardından Şikago’ya göçmek zorunda kaldılar. Çünkü o dönemde Amerikan yasalarına göre farklı ırklardan insanların evlenmesi yasaktı. Albert kökleri Britanya’ya dayanan bir beyaz ve 1851 doğumlu Lucy ise Meksika kökenli bir siyahtı. On binlerce siyahı katleden Klu Klux Klan adlı katliam çetesi tarafından evleri yakılınca 1873’te daha güvenli gördükleri Şikago’ya göçtüler. Ekonomik krizin etkisiyle acıları katlanarak artan Şikagolu işçileri “8 saat iş, 8 saat uyku, 8 saat canımız ne isterse” talebi etrafında örgütlemeye başladılar.
Parsons ve arkadaşlarının çıkardığı The Alarm gazetesi. Gazete “Bütün Ülkelerin İşçileri, Birleşin!” diye yazıyordu. Parsonsların yanı sıra August Spies, Lucy Parsons’un komşusu, dostu ve mücadele arkadaşı olan Lizzie Holmes da Alarm’ın yazar ve editörlerindendir. Lucy ve Lizzie çocuk bakmanın, terziliğin, gazete yazarlığının yanı sıra dikişçi kızları, tekstil işçilerini örgütlemeye çalışmakta, birkaç bin kadının katıldığı mitingler düzenlemektedir. Spies ise tüm mitinglerin aranan konuşmacısıdır.
5 Şubat 1880’de günlüğüne şöyle yazacaktır Parsons, Lucy’nin ve Lizzie’nin gazetelere yazdığı yazılara dair: “Lucy ve Lizzie erkeklerin politika dünyasında öne çıktılar. Seslerini her geçen gün biraz daha duyuruyorlar. Çeşitli işçi gazetelerinde çıkan yazıları olumlu tepkiler alıyor. Onun ve Lizzie’nin ne kadar akıllı olduklarını bilirdim ama itiraf etmeliyim ki, yazılarının bu kadar canlı tartışmalarla dolu olacağını tahmin etmemiştim. Lizzie’nin iyi bir eğitim görmüş ve ayrıca özgür düşünen bir aile çevresinde yetişme şansına sahip olmasına karşılık, Lucy adına kaygılanıyordum.” Yıllar içinde Lucy, Albert’ın kaygılarını yok eden yazılar yazacaktır.
1 May 2021 - 18:15
Dövüyor Parsons
Kalelerini sömürünün
Ocaklardan getirdiği madenin
Döküyor sözlerine güllelerini,
Ayıklanıyor mezbelelerden
Kıvılcım çiçeği
Köleliğin.
Şimdi şehir
Gemileri, bacaları, upuzun bulvarları
Anıtları ve dolarlarıyla koca şehir
Kırk ikilik bir postal kadardı,
İçinde proletaryanın ayakları.
Kalkın! Günüdür bugün!
(Seyyit Nezir, Mayısta Proletarya, kısaltılmıştır)
Çok iyi bir dizgici ve çalışkan bir işçi olduğu için 1885’te patlak veren kriz dalgasının başlarında işten atılmayan Albert Parsons, 8 saatlik işgünü mücadelesi nedeniyle bir müddet sonra işten atılır. Bundan sonra bir yandan Alarm gazetesini çıkarmaya bir yandan aynı taleple mitingler, toplantılar düzenlemeye, mitinglere konuşmacı olarak çağrılmaya başlar. İşçiler Albert Parsons’ın konuşmalarını coşkuyla dinler. Jones Ana pek çok konuda görüşlerini paylaşmasa da anarşist hareketten çıkan bu konuşmacıları “işçi sınıfının yeni öğretmenleri” olarak tanımlar ve sıklıkla onları dinlemeye gider. Kapitalistlerin tüm kışkırtmalarına rağmen işçilerin 8 saatlik işgünü talebini savunanlara sahip çıktığını anlatır. Albert Parsons’ın, eşi Lucy’nin ve mücadele arkadaşlarının mücadelesini ve yaşadıkları coşkuyu anlatan videomuza kulak verelim şimdi ve Amerika’yı bir boydan bir boya dolaşalım Parsons ile…
İşçilerden 1 Mayıs Mücadele Mesajları
Bir Gün!
İnsanlar tarihte birçok engeli aşarak yan yana geldi ve birbirine güç verdi. Nice badire toplumun dayanışmasıyla atlatıldı. 1 Mayıs da insanlık tarihinde unutulmayacak önemli günlerden biridir. 1 Mayıs düşüncesi işçi sınıfının ırk, dil, din, cinsiyet ayrımı olmaksızın birleşmesi ve birlikte mücadele vermesi gerektiğinin paha biçilmez göstergesidir. Bu nedenle 1 Mayıs sınırları aşmış, insanlığın ortak hafızasında yerini çoktan almıştır. İşgününün 8 saatle sınırlanması talebinin haykırıldığı 1 Mayıs’ı dünyanın bütün işçileri minnetle hatırlayacaktır. Hiçbir güç bu özel günü unutturmayı başaramadı, başaramayacak. İşçiler gördü ki gece gündüz çalışmakla sömürü düzeni insanların sırtından bir an olsun inmeyi düşünmeyecek. O halde 1 Mayıs gibi bir gün etrafında bir araya gelen bizler uluslararası dayanışmayı yükselterek sömürüsüz günler için mücadeleye devam edeceğiz. Yaşasın 1 Mayıs!
İstanbul’dan bir gıda işçisi-işyeri baştemsilcisi
1 May 2021 - 19:15
1 Mayıs bugün, yürüyün sokaklara!
Gürleyen Meydan’a!
Hadi kente in, kuleler sallansın!
Dağıt çarşının havasını!
Şöyle pankart fırtınasıyla gel,
Deprem adımlarıyla gel,
Kızıl bayrak yukarı, sıçrayarak gel!
Kahrolsun burjuvazi!
Yayılalım tüm kente, yürüyelim, ileri!
(Alfred Hayes, Sokaklara 1 Mayıs, kısaltılmıştır)
İşçi örgütlerinin çalışmaları sayesinde 1886’da 8 saatlik işgünü mücadelesi iyice canlanmıştı. Emek örgütleri Amerikalı işçilere bu talep uğrunda bir gün iş bırakma ve genel greve çıkma çağrısı yaptılar. 1 Mayıs’ta genel greve çıkılacak ve ondan sonra bir daha 8 saatten fazla çalışılmayacaktı. Tüm kentlerde grev için hazırlıklar başladı ancak Parsonsların yaşadığı Şikago açık ara öndeydi. 1 Mayıs 1886’da Şikago’da 80 bin işçinin katıldığı bir gösteri düzenlendi. Bu durum küçük çocukları yanlarında mitinge katılan, konuşmalar yapan Parsonsları ve arkadaşlarını coşkulandırır.
Amerika genelinde 350 bin işçi greve çıkmıştı ki bundan 135 yıl önce bu muazzam bir rakam demekti. Burjuva gazeteleri o günü şöyle tasvir ediyorlardı: “Fabrika bacaları tütmüyor, öylece terk edilmişler, her şey Pazar sabahlarını andırıyor!”
1 Mayıs 1886’da Carl Sandburg’un Şikago şiirinde “Ülkenin Buğday Yığıcısı” dediği McCormick’in fabrikasında grevdedir işçiler. Talepleri 8 saat çalışmanın yanı sıra ücretlerin yükseltilmesidir. Ama McCormick ailesinin işçilere daha yüksek ücret vermek gibi bir niyeti yoktur. Bu nedenle işçiler o büyük gösterinin ardından grevlerine disiplinle devam etmektedirler. İşçilerin önderlerinden biri olarak kabul ettikleri August Spies grevlerini zafere taşımaları için birlik içinde hareket etmelerini ve sendikalarının yanında olmalarını öğütler işçilere.
Ancak bu sırada, işçi sınıfının cesur şekilde ayağa kalkmasını sömürü saltanatına tehdit olarak gören burjuvazi, fitne peşindeydi. Aynı 1819’da Manchester’da olduğu gibi, Şikago’nun para babaları işçi sınıfının birliğini dağıtmak için planlar yapıyorlardı. Bu doğrultuda, patronların köpeği konumundaki emniyet müdürünün yönlendirmesiyle polis, her türlü işçi eylemine saldırıyor ve işçilere kurşun sıkıyordu.
3 Mayıs’ta öğleden sonra işçiler patronun fabrikaya grev kırıcıları sokmaya çalıştığını fark ederler ve bu saldırıya direnirler. İkinci saldırı polisten gelir. İşçilerin üzerine ateş açan polis bazı kaynaklara göre 2’si, bazı kaynaklara göre 6’sı işçi 7 kişiyi öldürür. Bu zalimlik karşısında sessiz kalmak istemeyen işçi örgütleri ve McCormick işçileri ertesi akşam saat 7..30’da Haymarket’te bir protesto düzenlemeye karar verir.
İşçilerin katledilmesini protesto etmek için düzenlenen mitinge çağıran bir afiş. Üzerinde İngilizce ve Almanca olarak şöyle yazıyor: “İşçiler Dikkat! Kitlesel Miting, Bu akşam saat 7.30’da, Haymarket’te. Polisin son vahşi saldırılarını ve işçi kardeşlerimizi vurmasını protesto etmek üzere iyi konuşmacılar hazır bulunacak. İşçiler kendinizi donatın ve tüm gücünüzle orada olun!”
İşçilerden 1 Mayıs Mücadele Mesajları
Her günün sonunda, gökyüzünde parlar yıldızlar…
Her gecenin sonunda aydınlık bir gün…
Kızarır, sararır yapraklar, düşer dalından
Bir sonraki bahara yeşerir yeniden, tomurcuklar açar.
Dallar giyer alını, yeşilini, morunu…
Verir en güzel yemişlerini.
Yağdığında kar, yağmur,
Coşar dereler, katar önüne çakıllarını,
Kucak açar denizler, nehir kollarına birleşirler hasretle…
Bakın, her şeye inat gelincikler de açtı tarlalarda!
Kızıla boyadı sokakları, caddeleri
Asya’dan, Avrupa’dan, Afrika’dan…
Milyonlarca yüreğiz…
Düşlerimiz, sevdamız bir.
Bir sınıfın evlatlarıyız…
Yasak tanımaz yüreklerimiz düşlerimiz…
Elbet bir gün, mutlak bir gün kavuşacağız düşlerimize…
1 Mayıs’ın mücadele ve dayanışma ruhuyla…
Selam olsun yüreklerini karartmayan kızıl gelinciklere…
Sancaktepe’den bir metal işçisi
1 May 2021 - 20:15
Haymarket’te işçi mitingine bomba atılmadan önce… Miting devam ediyor, ortadaki kürsüde pek çok konuşmacı Şikagolu işçilere sesleniyor… 4 Mayıs akşamı işçi önderleri bir önceki gün gerçekleşen polis katliamını kınayan ve işçileri birlik olmaya çağıran konuşmalar yaptılar. Sermayenin çıkarlarını korumak uğruna işçilere zulmedilmesine, işçilerin katledilmesine karşı öfkelerini haykırdılar. Bu zulüm karşısında susulamayacağını haykırdılar.
Samuel Fielden, 4 Mayıs 1886’da son konuşmacıydı. Gece ilerlediği, hava soğuduğu ve kalabalık azaldığı için konuşmasını yapmak istememişti önce. Fakat arkadaşları kısa bir konuşma yapması için onu ikna ettiler. Sosyalizm üzerine konuşuyordu Fielden ve kapitalist dünyanın adaletsizlikleri üzerine. O sırada polis amiri John Bonfield kürsüye yaklaşarak mitingin derhal bitirilmesini istedi. Samuel Fielden bir at arabasının üzerindeki kürsüden polise zaten dağılmak üzere olduklarını anlatmaya çalışırken bombalar patladı. Bazısı polis bazısı işçi bazısı merak nedeniyle orada bulunanlar olmak üzere birçok insan oracıkta hayatını kaybetti. Pek çok da yaralı vardı.
Art arda gerçekleşen bu olaylar ve patlayan bombalar gazetelerin de kışkırtmasıyla halkta büyük bir dehşet yarattı. Herkes Haymarket’i ve bombayı konuşuyordu. Her şey on binlerce işçinin gözleri önünde olmuştu. Bombalamanın provokasyon olduğu ortadaydı ama suç 8 işçi önderinin üzerine yıkıldı. Kendi mitinglerine bomba atmakla suçlanıyordu işçiler. Hızla düzmece mahkemeler hazırlandı. Şikago’nun azgın işçi düşmanları jüri koltuklarına oturtuldu. McCormick, Pullman, Fields gibi para babaları işçi önderlerinin asılması için azgın kampanyalar düzenlemeye başladı. İşçi önderlerini asmak, işçi sınıfının saflarına korku salmak ve 8 saatlik işgünü mücadelesini sonsuza kadar ezmek istiyorlardı.
1 May 2021 - 21:15
De ki: Zaman rüzgâr gibi geçiyor,
Mutlu günler bekliyor insanlığı!
De ki: Dava için savaşan ölmez,
Yenilse de her zaman diktir alnı.
(Louise Michel, Paris Komünün kadın kahramanlarından)
Albert Parsons, August Spies, Louis Lingg, Michael Schwab, George Engel, Samuel Fielden, Adolph Fischer Haymarket’e bomba attıkları suçlamasıyla idama mahkûm edildiler. Oscar Neebe’ye ise 15 yıl ağır hapis cezası verildi. Sonraki aylarda Michael Schwab ve Samuel Fielden’ın cezası müebbete çevrildi ve işçilerden yana tutum alan Illinois Valisi John Peter Altgeld tarafından 26 Haziran 1893’te affedildiler. Diğer işçi önderleri 11 Kasım 1887’de idam edildiler.
Burjuva gazeteler ardı ardına yıldırım baskı yaparak işçi önderlerinin ölümünü veriyorlardı. Onlardan biri olan The Evening World, önce saat 3’te sonra da 6’da yeni baskılar yapmış ve Hanged yani Asıldılar manşetiyle işçi önderlerinin idamını vermişti. Gazeteler, o gün ve sonrasında işçi önderlerinin asılması ile ilgili tüm ayrıntıları anlatıyor, son anlarına ve son sözlerine yer veriyorlardı.
İdamın gerçekleşeceği günün sabahında hapishane çevresindeki caddeler polis kordonu altındadır. Lucy Parsons çocuklarıyla birlikte kocasını görmek ister. Hapishanenin önüne kurulan barikatı aşmak ister. Ama polisler onu durdurur ve “kanuna uyması gerektiğini yoksa zor kullanacaklarını” söylerler. İdamdan bir gün sonra, 12 Kasım tarihli St. Paul Daily Globe gazetesinin muhabiri Lucy’nin polise cevabını aktarır. “Kanun mu? Kocam öldürülürken kanunlara neden uyacakmışım? Beni vuracaksanız vurun, öldürecekseniz öldürün!” Polis Lucy’i sindirmek üzere gözaltına alır.
Kimdi asılan, yok edilmek ve unutturulmak istenen bu insanlar? Kimdi, Şikago Haymarket Kurbanı beşli?
Almanya’da çok yoksul bir ailede doğan ve çocuk yaşta yetim ve öksüz kalarak işçiliğe başlayan, hiç gün görmeden 50 yaşına gelen tipograf George Engel…
1858 Almanya doğumlu, 3 çocuk babası, hayat dolu, tertemiz yüzlü, dizgici Adolph Fischer…
1848 doğumlu, Britanya kökenli, siyahların, yerlilerin aşağılanıp köle kılındığı bir dünyada beyaz olmayan bir kadınla evlenip ona değer veren, seven ve saygı duyan, yoksulluk ve ırkçı baskılar nedeniyle hayatı bir yerden bir yere göçerek, işçileri bilinçlendirerek geçmiş dizgici, işçi gazetesi editörü Albert Parsons…
Çok genç olduğu için hayat hikâyesi uzun satırları gerektirmeyen, 22 yaşındaki Almanya doğumlu, haksızlıklara öfkeli, yakışıklı genç marangoz Louis Lingg…
1855 Almanya doğumlu, Haymarket’te bombalar patlamadan önce McCormick işçilerini provokasyona gelmemeleri, sakin olmaları gerektiği konusunda uyaran ve bu saldırının 8 saatlik işgünü mücadelesini durdurmak için olduğunu söyleyen döşemeci ve işçi gazetesi editörü August Spies…
Anıları da yolunu açtıkları 1 Mayıs geleneği de mücadelemizde yaşamaya devam ediyor… Şimdi UİD-DER’li bir işçinin kaleminden çıkan bir şiir dinleyeceğiz; 1886’dan 1977’ye, oradan günümüze ve tekrar geçmişe yolculuk yapacağız. Bu tarih bizim!
1 May 2021 - 22:14
4 işçi önderinin asılmasının önüne geçmek için yürütülen mücadele ve kampanyalara işçi sınıfının büyük önderi Engels, Marx’ın kızı Eleanor ve tüm Amerikalı sosyalistler destek vermişti. Ama o dört insan 11 Kasım 1887’de asılarak idam edilmişlerdi. Burjuvazi işçi önderlerini de 8 saatlik işgünü mücadelesini de sosyalizm düşünü de yok etmekte kararlıydı. Fakat istediklerini elde edemeyeceklerdi. Tıpkı Spies’ın dediği gibi boğularak susturulmak istenen seslerden çok daha güçlü sesler yükselmeye başlayacaktı.
Jones Ana şöyle anlatıyordu cenaze törenini ve sonrasını: “İnfazlardan sonraki Pazar günü, cenaze törenleri yapıldı. Binlerce işçi, anarşist oldukları için değil, fakat bu insanların, düşünceleri ne olursa olsun, işçi mücadelesinin şehitleri olduklarını hissettikleri için, siyah cenaze arabalarının ardından yürüdü. Cenaze alayı, suskun insanlarla tıka basa dolu caddeler boyunca kıvrıla kıvrıla, kilometrelerce yürüdü. Ölüler, Waldheim mezarlığında toprağa verildi. Fakat davaları onlarla birlikte gömülmedi. 8 saatlik işgünü için, daha insanca koşullar ve insanlar arasında daha insanca ilişkiler için mücadele sürdü ve hâlâ sürüyor.”
İşçilerden 1 Mayıs Mücadele Mesajları
Sermaye sınıfının temsilcileri, pandemi bahanesiyle bu yıl da 1 Mayıs alanlarını yasakladılar. Böylelikle işçi sınıfının 1 Mayıs’a sahip çıkmasının önüne geçeceklerini umuyorlar. Ama yıllar boyunca başaramadıklarını yine başaramayacaklar. Çünkü işçi sınıfının mücadeleci unsurları her zaman olduğu gibi tüm zorlu koşullara rağmen inatla 1 Mayıs geleneğine sahip çıkıyorlar. Fabrikalarda, işyerlerinde, grev ve direniş alanlarında, işçi evlerinde 1 Mayıs ruhuyla bir araya gelip mücadeleyi yükseltme kararlılıklarını gösteriyor, 1 Mayıs’ın sönmeyen ateşini büyütüyorlar.
Selam olsun 1 Mayıs ruhuyla mücadeleyi büyütenlere!
Mersin’den UİD-DER’li işçiler
1 May 2021 - 23:06
Waldheim Mezarlığı ilerleyen yıllarda Forest Home mezarlığıyla birleştirildi ve adı da bu şekilde değişti. Fakat 1893 yılında 8 bin işçinin katıldığı bir yürüyüşün ardından Haymarket kahramanlarının anısına dikilen bu anıt hiç değişmedi. Şikagolu patronların fonlamasıyla Haymarket olaylarında ölen polisler için dikilen heykel defalarca onarılıp taşınırken Forest Home’daki bu anıt işçiler tarafından korunup kollandı. 1 Mayıslarda bu anıtın önünde buluşan Amerikalı işçiler, hem işçi sınıfının bu kahramanlarını andı hem de hep bir ağızdan “Solidarity Forever” diye şarkılar söylediler.
Pete Seeger’ın sesinden dinleyeceğimiz bu şarkı pek çok dile çevrildi. Nice işçi mitinginde, toplantısında hep bir ağızdan söylendi. Ama en çok folk müzik ustası Seeger’ın sesinden sevildi. Çünkü Seeger çok ünlü olmasına rağmen yıllar boyunca para kazanmayı düşünmeden işçi mitinglerinde, grevlerinde, direnişlerinde şarkılar söyledi. Amerika’da, Kanada’da, İngiltere’de, Yeni Zelanda’da ve daha pek çok ülkede birbirini takip eden işçi kuşakları onun şarkılarının verdiği coşkuyla mücadele etti. McCharty döneminde baskıya uğrayan sanatçılardandır. Denir ki 2014’te ölmeden önce çok yoksuldur Seeger ve işçiler kendileri için onca şarkılar yazan bu güzel yürekli insana sahip çıkarlar. “Ona biz bakacağız” diyerek fonlar oluştururlar.
Haymarket Meydanında 1886 4 Mayısında kurulan kürsünün yerine yeni bir kürsü kuruldu Mary Brogger’ın yaptığı anıtla. Albert Parsons ve arkadaşları hâlâ o kürsülerden sesleniyorlar işçi sınıfına. Ve hâlâ çağırıyorlar dayanışmaya…
Lucy Parsons’ın Şikago’daki evinde çekilmiş bu fotoğrafın tarihi bilinmiyor. Fotoğrafta Parsons çok genç, Lucy yaşlı. Onlar birlikte yaşlanamadılar, böyle bir şansları olmadı. Fakat onların çektikleri kahır ve acı, ödedikleri bedeller boşa gitmedi. İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü 1 Mayıs adeta onlarla özdeşleşti. 1 Mayıs tıpkı Parsons’un hayal ettiği gibi işçi sınıfını birleştirdi.
1 May 2021 - 23:30
Günler akıp giderken, gökyüzüne döndü başımız
Bu kavga bizim kavgamız
Kucakladık tüm zorlukları
Umuduz biz, kardeşiz biz
Yürüdüğümüz bu yolda yoldaşız biz
Koşuyoruz güneşli güzel günlere
Çalınan hayatlarımızı geri alacağız
BU KAVGA BİZİM KAVGAMIZ...
(Kocaeli/Gebze’den bir işçi)
Egemenler tarafından ölüm fermanı verilen August Spies, mahkeme salonunda “Burada bir kıvılcımı ezeceksiniz, ama şurada, burada veya orada, arkanızda ve önünüzde, her yerde alevler yükselecek. Bu gizli bir ateştir. Bunu asla söndüremezsiniz” demişti. Gerçekten de Haymarket kahramanlarının ardından Amerikan işçi sınıfının 8 saatlik işgünü mücadelesine sahip çıkması, bu kıvılcımı bir yangına dönüştürdü. Uluslararası İşçiler Birliği yani Birinci Enternasyonal’den sonra 1889’da Paris’te düzenlenen bir kongreyle kurulan İkinci Enternasyonal 1 Mayıs’ı işçi sınıfının birlik mücadele ve dayanışma günü, uluslararası gösteri günü olarak kabul etti. Ve bu kararı gerçek kılmak için vakit kaybetmeden çalışmalara başladı.
1889’da çizilmiş posterde Avrupa, Avustralya, Amerika… tüm dünya işçileri birleşmeye çağrılıyor işçi sınıfının büyük önderi Karl Marx’ın sözleriyle. Siyahı, beyazı, doğulusu, batılısı, kadını, erkeği tüm dünya işçileri 1889’da 8 saatlik işgünü ve adil bir dünya için mücadelede birleşiyor.
İşçilerden 1 Mayıs Mücadele Mesajları
Merhaba dostlar bizler petrokimya işçileri olarak 1 Mayıs bayramınızı en içten dileklerimizle kutluyoruz. Özellikle “bayram” dedik çünkü 1 Mayıs, 1886’da 8 saatlik işgünü için meydanları dolduran Amerikan işçi sınıfının tüm dünya işçilerine emanet ettikleri bir gündür. Bizler de bunun değerini bilip ona göre hareket etmeye çalışıyoruz. Evet, zor günlerden geçiyoruz, kapkaranlık günlerden. Ama bizler UİD-DER’le birlikte umutsuz değiliz. Petrokimya işçisi kadınlar olarak tabi ki taleplerimizi bildirmek isteriz. Gece vardiyalarında uyuyamadan işe gidiyoruz, sanki her yük omuzlarımızda. Çocukların bakımı, yaşam alanımızın temizliği, market, pazar, fırın, yemek vb. işleri de yapmamız gerekiyor. Bizler kadın işçiler olarak GECE VARDİYALARI YASAKLANSIN diyoruz. Hepinize en içten sevgilerimizi gönderiyoruz.
Esenyurt’tan bir grup kadın işçi
1 May 2021 - 23:55
Bak binler yürüyor
Ellerinde geleceği taşıyorlar
Şu gelen sese kulak ver:
İnsanlığın kurtuluşunu muştuluyorlar
Korkma, öyle kenarda durma
Sen de katıl bu akışa
Bu yol kardeşliğe gider
Birlikte yürüyelim geleceğe
Şuraya bak: Nasıl da coşkulular
Biri diğerine sokuluyor
Diğeri ötekinden güç alıyor
Bayraklarında birlik dayanışma yazıyor
Umudun nehirleri bunlar
Kim durdurabilir bu akışı?
Geçmişten geleceğe taşınıyor
Sömürüsüz ortak yaşamın sancağı!
1890’da başta Amerikan kentleri olmak üzere Londra, Paris, Madrid, Barselona, Valencia, Seville, Lizbon, Kopenhag, Brüksel, Budapeşte, Berlin, Prag, Turin, Cenevre, Lugarno, Varşova, Viyana, Marseille, Reims, Amsterdam, Stockholm, Helsinki gibi büyük şehirlerde ve Küba, Peru ve Şili’de işçiler meydanlara çıktılar. İşçi sınıfının haklı öfkesi, heyecanı ve gururu muazzamdı.
Friedrich Engels yoğun çalışmaları nedeniyle, İkinci Enternasyonal’in 1 Mayıs’ı işçi sınıfının uluslararası mücadele günü ilan ettiği kongresine katılamamıştı. Ama ilerleyen yaşına rağmen bütün enerjisiyle 1 Mayıs 1890’da düzenlenecek uluslararası eylemlere destek verdi. 1 Mayıs 1890’da şunları yazıyordu: “Bugün ben bu satırları yazarken, Avrupa ve Amerika proletaryası ilk kez tek bir ordu halinde, tek bir bayrak altında ve tek bir acil hedef uğrunda, yani… sekiz saatlik işgününün yasal olarak tanınması uğrunda seferber olmuş, savaş güçlerini denetliyor. Günümüzün soluk kesici görünümü, bütün ülkelerin işçilerinin bugün gerçekten birleşmiş olduklarını bütün ülkelerin kapitalistlerine ve toprak sahiplerine gösterecektir. Keşke Marx şimdi yanımda olsaydı da, bunu kendi gözleriyle görebilseydi!”
3 Mayıs 1890’da çizilen bu resim 8 saatlik işgünü mücadelesinde birleşmiş işçilerin kapitalistleri, onların hizmetindeki medyayı ve yalanlarını nasıl da ezip geçtiğini gösteriyor. Hayvan kılığında çizilen kimi figürler büyük kapitalistler, kimileri de sermaye medyasını temsil ediyor. Birleşmiş emek korkusuzca kapitalizm canavarının üzerine yürüyor, şaha kalkarak. İşçi sınıfının birleşerek zafer kazandığı, sermaye sınıfının korku ve öfkeyle titrediği 1890, dünya işçi hareketi açısından bir milattır.
2 May 2021 - 00:17
Yıl 1890… İngiltere’nin liman işçileri, gaz işçileri, demiryolu işçileri, kibritçi kızları, marangozları, postacıları, hamalları ve bilcümle sanayi kollarından işçiler ilk defa 1 Mayıs meydanında buluşuyorlar. Hyde Park’ı dolduran işçiler ve emekçiler ilk uluslararası gösteri günü 1 Mayıs’ı coşkuyla kutluyorlar. 8 saatlik işgünü istiyorlar, “birlik, mücadele ve dayanışma!” diyorlar. Şimdi gözler ve kulaklar kürsüdeki kadında. “Bu son değil, mücadelenin sadece başlangıcı!” diye sesleniyor konuşmacı. “Hurraa!” diye bağırıp alkışlarla eşlik ediyor coşkulu kalabalık. Londra’yı bir yaylım ateşi gibi boydan boya saran grevlerden, direnişlerden tanıyorlar onu.
O Eleanor Marx… O işçilerin en kararlı sözcüsü, ömrünü dünya işçi sınıfının mücadelesine adayan bir işçi önderi… İşçi sınıfına olan sarsılmaz inancı, işçilerin de ona inanmasını sağlamıştı. Dayanılmaz yaşam şartlarına ve çalışma koşullarına karşı koymaya başlayan emekçiler, Eleanor’un ve diğer işçi önderlerinin gösterdiği yolda yürüyor, örgütlü mücadelenin gücünü tadıyorlardı. Başta kibritçi kadınlar olmak üzere nice emekçi kadın, işçi mahallelerinde, işyerlerinde çalışmalar yürüten Eleanor’un tükenmeyen sabrı ve çabalarıyla işçi sınıfının saflarında yerini almıştı. O gün de, tıpkı diğer grevci liman ve gaz işçileri gibi olmaları gerektiği yerde, 1 Mayıs meydanındaydılar. Can kulağıyla dinliyorlardı Eleanor’un şu sözlerini:
“Bundan önce Hyde Park’a 8 saatlik işgünü talep etmek için ele avuca sığmaz bir kaç düzine insan olarak geldiğimizi hatırlıyorum, ancak bugün bu görkemli miting, düzinelerden yüzlerceye ve yüzlerceden binlerceye büyüdü. Başka bir miting ile karşı karşıyayız… Yeteri kadar grev yaşadık ve 8 saatlik işgününü yasal olarak güvence altına almakta kararlıyız!” Eleanor Marx’ın o günkü konuşması işçilerin aklına kazındı, tarihe yazıldı. Eleanor 1 Mayıs konuşmasını, işçi sınıfına bir gün değil her gün mücadele etme, mücadele saflarını sıklaştırma çağrısıyla bitiriyordu.
2 May 2021 - 11:00
2021 1 Mayıs’ı “tam kapanma” adı altında getirilen yasaklar nedeniyle bu yıl da meydanlarda kutlanamadı. Ancak yasaklara rağmen İşçi Sınıfının Birlik, Mücadele ve Dayanışma günü 1 Mayıs, Türkiye’nin çeşitli illerindeki meydanlarda, işyerlerinde, fabrikalarda kutlandı. Metal, petrokimya, gıda fabrikalarında ve çeşitli işyerlerinde işçiler “Yaşasın 1 Mayıs” sloganlarını yükselterek 1 Mayıs’a sahip çıktı. UİD-DER’in hazırladığı ve dünya işçilerini birleştiren 1 Mayıs’ın hikâyesinin anlatıldığı “Sönmeyen Ateş 1 Mayıs” yayını ise 1 Mayıs coşkusunu canlı tutmaya devam ediyor.
2 May 2021 - 11:50
1900’lerin başında Rusya’da işçi sınıfının çalışma ve yaşam koşulları çok kötüydü. Sanayi işçileri günde 11 saat çalışırken işçilerin büyük bir kısmı 12 saatin üzerinde çalışıyordu. Avrupa ülkeleri arasında en düşük ücreti alanlar Rusya’daki sanayi işçileriydi. Sendikalaşma ve grev hakkı yoktu. Gösteri yapmak yasaktı. İşçilerin yaptığı her eylem kanla bastırılıyordu. Buna rağmen işçiler örgütleniyor, greve çıkıyor, gösteriler düzenliyordu. 1905 yılında işçilerin 8 saatlik işgünü, çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve adil ücret talepleriyle başlayan grevler giderek siyasallaştı ve bir devrime dönüştü. 1905’te Rusya otokrasisini sarsan devrim, ne yazık ki başarıya ulaşamadı. Ancak işçiler yeniden örgütlenecek, ayağa kalkacaktı ve bu kez başaracaklardı.
Maksim Gorki’nin 1905 öncesine ışık tutan Ana romanında işçilerin baskı ve yasaklara karşın verdiği mücadeleler anlatılır. Gelin şimdi o romandan bir kesiti, 1 Mayıs 1905’i izleyelim hep birlikte…
1905 devrimi Rusya’daki aydın ve sanatçıları da etkisi altına almıştı. Bunlardan biri olan ressam Boris Kustodiev işçilerin mücadelesinden o kadar etkilenmişti ki 1906 yılında Putilov fabrikasında çalışan işçilerin 1 Mayıs gösterisini tuvale aktararak ölümsüzleştirdi. Köklerini en derinlere salan bir ağaç gibi güçlüdür 1 Mayıs geleneği. Büyüyüp gelişen Rusya işçi sınıfı bu geleneğe bağlanıyor. 1 Mayıs’ta kızıl bayraklarıyla fabrikalarından çıkıp yürüyen Putilov işçileri tarih yazmaya hazırlanıyorlar. Onlar buzu kırıp suyun önünü açacaklar. Onlar Parsons’ın ifadesiyle dizleri üzerine çöktürülen insanlığı ayağa kaldırmaya girişecekler!
İşçilerden 1 Mayıs Mücadele Mesajları
Yaşasın dünya işçilerini birleştiren gün! Ne mutlu bu mücadele gününü bugünlere taşıyanlara! Bu düzende nefes alamıyoruz diyen milyarların kardeşleştiği, haykırdığı gündür 1 Mayıs! Patronlar meydanları yasaklasalar da yüreklerimizi meydan yerleri gibi coşturan gündür 1 Mayıs! Bizi bölen, parçalayan ve birbirine düşman edenlerin karşısına birleşerek, kardeşleşerek, mücadele ederek çıktığımız gündür 1 Mayıs! 1 Mayıs patronların bütün yalanlarına, yasaklamalarına inat bize işçi sınıfının büyük bir aile olduğunu anlatan gündür. Onların bu yasakları, baskıları da korkudandır. Bırakalım korksunlar. Korkunun ecele faydası yoktur. Bizler 1 Mayıs günü her yürekte bir ses, her fabrikada, işyerinde bir çığlık olacağını biliyoruz. Bizler taşıma işçileri olarak 1 Mayıs’a sahip çıkıyor, onun mücadele ruhundan güç alarak bir kez daha haykırıyoruz: YAŞASIN 1 MAYIS! YAŞASIN İŞÇİLERİN ULUSLARARASI MÜCADELESİ!
İstanbul’dan bir grup taşıma işçisi
2 May 2021 - 12:35
Bir ses
Yükleyip kendini umudun rüzgârına
Dolaşıyor bütün sokakları, dağ başlarını, koyakları
Bunalan, bahtsız tarlaları
Yorgun fabrikaları, bezgin evleri
Ve bir haber bekleyen herkese
Fısıldıyor usulca: –Yakında
Bir genç kız sessizce ağlıyor
Çamaşır yıkarken dere kenarında
Düşen her damla yaşla ürperiyor su: –Yakında
Makinesinin başında
Bir memleket türküsü söylüyor işçinin biri
Dokunaklı ama diri: –Yakında
(İsmail Uyaroğlu, Yakında, kısaltılmışıdır)
Ucu bucağı olmayan, hikmetinden sual olunmaz sanılan Çarı Şubat ayında devirmiş Rusya işçi sınıfına bakıyoruz. Rusya işçi sınıfı yıllar sonra 1 Mayıs’ı özgürce kutluyor. Yılarca hapiste kalmış bir insanın özgür kalınca temiz havayı derin derin ciğerlerine çekmesi gibi. Çarı deviren işçiler, kurdukları sovyetler ve fabrika komiteleriyle iktidarı fiilen ele almışlardı. İşçi sınıfı devrimden aldığı güçle, patronların itirazlarına aldırmadan 8 saatlik işgününü hayata geçirmeye başlamıştı. Bu işçiler beş ay sonra tarihin yelelerini ellerine geçirecekler.
Rusya’da gerçekleşen devrimin etkisi o kadar büyük oldu ki, devrim rüzgârı binlerce kilometre uzaktaki ülkelere bile ulaştı ve tüm dünyada bir fırtınaya dönüştü. Bu fırtınanın ilk etkisi 1 Mayıs’ta ortaya çıktı. 1 Mayıs 1917’de dünyanın dört bir yanında işçiler bambaşka bir coşku, heyecan ve öfkeyle sokaklara döküldüler. Rus işçi kardeşleri bir devrim yapmış, işçi sınıfının gücünü tüm dünyaya göstermişti. Emperyalistlerin çıkar savaşında milyonlar kurban edilirken, açlık, işsizlik ve sefalet her yerde kol gezerken, halklar acı içinde kıvranırken Rusya’da gerçekleşen devrimin müthiş bir coşku ve umut yaratmaması mümkün mü?
2 May 2021 - 13:15
Rus Devrimi’nin rüzgârı Avustralya’ya da ulaşmıştı. 1. Dünya Savaşı’nın yarattığı işsizlik ve gıda fiyatlarındaki artış, çalışma koşullarının ağırlaşması zaten işçi sınıfının içinde bir öfke yaratmıştı. Bütün bunlara yüzbinlerce emekçinin cephelerde ölmesi ekleniyordu. 1916’da başlayan grevler Rus Devrimi’nin etkisiyle daha da büyüdü. 1917 yılının Ağustos ayında onlarca sektörden yüz bini aşkın işçi grevdeydi. Avustralya tam anlamıyla ayaktaydı. Grevlere kitlesel gösteriler eşlik ediyordu.
Bu olağanüstü günleri kameraya alan biri vardı: Arthur Charles Tinsdale… Bir saatlik bir belgesel filmi hazırladı Tinsdale ve Büyük Grev günlerini ölümsüzleştirdi. Ancak belgesel Avustralya’daki sendika bürokrasisinin sansürüne maruz kaldı ve sadece bir kez gösterime girdikten sonra yasaklandı. Yıllar sonra görüntüler yeniden bulunduğunda sadece 15 dakikalık kısmı korunabilmişti. Şimdi bu muazzam grevin görüntülerinden bir kesit izleyelim.
Rusya işçi sınıfının Ekim 1917’de iktidarı ele geçirmesi ve emperyalist savaştan çekilmesi, tüm dünyada devrim rüzgârlarının esmesine neden oldu. Rus devrimi, yaşadıklarının kader olmadığını, ayağa kalkıp mücadele ederse kazanabileceklerini gösterdi emekçilere. Barış özlemlerinin yakıcılığını hissettirdi yeniden. Egemenlere duydukları öfkeyi biledi. Ezilen insanlık, emekçi insanlık her yerde ayağa kalkıyordu. Avusturya-Macaristan’da, Viyana’da, İsviçre’de, Almanya’da Danimarka’da, İtalya’da, Fransa’da, İsveç’te, Norveç’te, Avustralya’da, Brezilya’da ve elbette ABD’de 1 Mayıs günü hem gösteriler hem de grevler sarmıştı her yanı.
2 May 2021 - 14:15
Güle soruyorlar:
Bu günler böyle nereye varır?
Dinliyor gövdesindeki uğultuyu
Ve diyor: isyan!
Şafak nasıl kurulur, neyle?
Birbiri ardınca patlatıyor tomurcuklarını
Ve diyor: isyan!
Diyorlar ki hayat, hayatımız
Ne zaman alınacak geriye?
Aralıyor yapraklarını, bir bıçak
Gizliden gösteriyor kendini
Kapanıyor tekrar ve diyor:
Her gülde bir bıçak bileniyor şimdi
Yakındır öç günleri
Yakındır isyan!
(İsmail Uyaroğlu, Gül, kısaltılmıştır)
Rusya’da gerçekleşen Şubat Devrimi Latin Amerika’da öylesine büyük bir etki yaratmıştı ki, 1917 yılında Latin Amerika tarihinin en büyük, en yaygın grevleri gerçekleşiyordu. Ayağa kalkan Latin Amerika işçi sınıfının da temel taleplerinden biri 8 saatlik işgünü hakkıydı. Devrim rüzgârlarının kendi düzenlerini tehdit ettiğini gören egemenler temel talepler karşısında geri adım atmak zorunda kaldılar. Şili’de hükümet iş kazası geçirip sakat kalan işçilere emekli maaşı bağlamayı kabul etti. Arjantin’de 8 saatlik işgünü, hafta tatili talepleri kabul edildi. Kadınların ve çocukların çalışmasına ilişkin düzenlemelere gidildi. Meksika’da 8 saatlik işgünü, kadın ve çocuklar için gece çalışmasının yasaklanması, hafta tatili ve asgari ücreti düzenleyen bir iş yasası çıkarıldı.
O dönemin koşullarını hatırlayalım öncelikle. 1914’te başlayan Birinci Emperyalist Paylaşım savaşı yaklaşık 3 yıldır devam ediyor, egemenler halkların barış talebini duymazdan geliyordu. Cephelerde ölmeye ve öldürmeye gönderilenler emekçilerdi. Cephe gerisinde açlık, sefalet ve acı çekenler emekçilerdi. O güne kadar elde ettikleri tüm kazanımları ellerinden alınan, günde 16 saate varan sürelerde çalışmaya zorlanan, buna rağmen artan hayat pahalılığı karşısında karnını dahi doyuramayan, işsizlikle kölece ve insanlık dışı koşullarda çalışmak arasında bırakılanlar emekçilerdi. Kârlarını işçilerin kanı üzerinden büyüten patronlar sınıfı ise gün be gün semiriyordu.
1. Dünya Savaşı her yerde olduğu gibi Brezilya’da da emekçileri sefaletin içine itmişti. İşçilerin çalışma koşullarını ve ücretlerini düzenleyen bir iş kanununun olmadığı Brezilya’da savaşla birlikte ücretler düşmüş, çalışma saatleri 16 saate kadar çıkmıştı. Hafta tatili yoktu, sosyal yardım ve sağlık hizmetleri yoktu. Üretilen mallar daha kârlı olduğu için yurt dışına ihraç ediliyor, içeride artan hayat pahalılığı karşısında işçiler en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamıyorlardı. Tüm bu koşullar işçilerin öfkesini arttırmıştı. Rusya’da gerçekleşen Şubat devrimi, Avrupa’dan gelen eylem haberleri işçileri daha da cesaretlendiriyordu. Brezilya’ya yerleşen İtalyan göçmen işçilerin mücadeleci ruhunun yarattığı etki her yerde hissediliyordu.
Grev Haziran ayında tekstil sektöründe başladı. Temmuz ayında fabrikalar, mağazalar ve ulaşım sektörüne de sıçramış ve Sao Paulo’da hayatı tümüyle durdurmuştu. 40 bin işçi grevdeydi. İşçiler sadece greve çıkmakla kalmamış, mahallelerde, caddelerde mitingler, yürüyüşler düzenlemeye başlamıştı. Kadınlar askerlere dağıttıkları broşürlerle şöyle sesleniyorlardı: “Sefalet içinde yaşayan kardeşlerinize zulmetmeyin. Siz de halkın bir parçasısınız. Açlık evlerimizde hüküm sürüyor ve çocuklarımız ekmek için ağlıyor. Patronlar, taleplerimizi bastırmak için size verdikleri silahlara güveniyor.”
Grevin sonunda bütün işletmelerde olmasa da ücretlerde artış, sendikal örgütlenme hakkı ve greve katılanların işten atılmaması talepleri kabul edildi. En önemlisi de sendikal örgütlenme hakkının kazanılmasıydı. Brezilya işçi sınıfı için bir dönüm noktasıydı bu. Grev sona erse de 1919 yılına kadar etkileri devam edecekti.
2 May 2021 - 15:21
1932 yılı kapitalist sistemin büyük ekonomik buhranının etkilerinin halen sürdüğü, yeni bir dünya savaşının ayak seslerinin duyulmaya başladığı bir yıldı. İngiliz işçi sınıfı da ekonomik krizin ağır etkileri ile boğuşuyordu. İşte böyle bir atmosferde gerçekleşen 1 Mayıs gösterileri işçi sınıfının mücadeleci kesimlerinin önemli bir gösterisine sahne oldu. Binlerce işçinin oluşturduğu kortejler Londra’nın dört bir köşesinden Hyde Park’a aktı. Muhteşem bir topluluğa ev sahipliği yapan Londra’nın bu ünlü parkı en görkemli günlerinden birini yaşadı. İşçiler egemenlerin savaş politikalarını protesto ettiler. “İşçiler Savaşa Karşı Ayağa Kalkın” yazılı pankartlarla yürüdüler. Emperyalist yayılmacılığa ve savaşlara karşı tutumlarını ortaya koydular. Japonya’nın Çin’in Mançurya bölgesini işgal etmesini protesto ettiler.
Şimdi gelin 1932 yılında Londra sokaklarında binlerce işçinin ayak seslerinin duyulduğu bu görkemli 1 Mayıs gösterilerinin görüntülerini, İngiliz emekçilerinin geleneksel bir şarkısı olan Diggers’ Song eşliğinde izleyelim. Eşitlikçi bir toplum anlayışına sahip, dünyayı insanlığın ortak bir hazinesi olarak gören “kazıcılar”ın düşüncelerini anlatan ve 17. yüzyıldan beri söylenen bu güzel şarkıyla İngiltere’nin mücadeleci işçilerini analım.
2 May 2021 - 16:10
Yayın akışımızın sunuşunda şöyle yazmıştık: “1 Mayıs, tüm bu farklıkları aşan ve milyarlarca emekçiyi birleştiren bir gündür. İşçi sınıfının sömürüye karşı mücadelesinde simgeleşen 8 Mart ve özellikle de 1 Mayıs dışında hiçbir özel gün ve bayram tüm bu farklıkları aşıp milyarlarca insanı aynı bayrak altında birleştiremiyor. Bir düşünelim, bu muazzam bir şey değil mi? Afrika’nın derinliklerinden Latin Amerika’ya, Türkiye’den Çin’e, oradan Avustralya ve Avrupa’ya farklı din, dil ve renkten insanlar kardeşlik duygularını kuşanarak sömürüye, savaşlara, baskı ve zorbalığa karşı çıkıyor.”
Yüzümüzü Avrupa’dan Afrika’ya, Latin Amerika’ya ve oradan Asya’ya çevirdiğimizde aynı nehri görürüz. Bu, sömürüsüz bir dünya için ter akıtılan devasa bir nehirdir. Çünkü 1 Mayıs, ezilen, horlanan emekçi insanların, yani haklı olanların birbirine sahip çıkmasını, o muazzam uluslararası dayanışma duygusunun gelişmesini sağlıyor. Sömürü düzeninin insana enjekte ettiği olumsuz duyguların nasıl aşılabileceğini ve gerçek insani duyguların nasıl üretileceğini de gösteriyor.
Güneşli Mayıs, Japon sınıf kardeşlerimizin işçi eylemlerinde sıklıkla söylediği bir marş. 1940’larda yazılan sözleri nasıl da güzel anlatıyor işçi sınıfının kapitalist sistemden kurtuluşunun yolunu: “Ey, dünyanın her yerinden işçiler, birleşelim!”. Marş 1960’lı yıllardan itibaren 1 Mayıs alanlarında, işçi mücadelelerinde coşkuyla söyleniyor.
Marşın bestecisi Tadasuke Seki, aynı zamanda Japonya’nın Şarkı Söyleyen Sesi isimli hareketin üyesi ve hareketin kurucusu soprano Akiko Seki’nin kardeşi. Bu hareket “İşçi Sınıfının Mücadelesi için Şarkı Söyleyelim” sloganıyla yola çıkmış ve fabrikalarda, işçi mahallelerinde, okullarda işçi koroları kurulmasını sağlamış. İşçilerin birliğine ve mücadelesine işçiler için, işçilerle beraber şarkılar söyleyerek katkı sağlamış...
2 May 2021 - 17:10
1 Mayıs için yapılmış bu görkemli duvar resmi Filipinler’in Manila kentinden. 7 binden fazla adasıyla Pasifik’te uzanan Filipinler, yağmur ormanları ve geniş kumsallarıyla dünyanın cennet mekânlarındandır. Emekçilere yaşatılan tüm yoksulluğun, tüm acıların nasıl son bulacağını anlatır bu duvar resminde ressam. Bir işçinin duvara Dünyanın Bütün İşçileri Birleşin sloganını yazdığını görüyoruz. Omzunda balyoz olan işçi sert, güçlü ve kararlı bir şekilde bakıyor. Bakışı, aslında kapitalizme karşı işçilerin öfkesinin dile gelmesi… Resmin önünden geçen çocuk sağ elini hafiften kaldırmış, sanki resimdeki işçinin sırtındaki balyoza dokunmak istiyor! İşçilerin birliğini simgeleyen bu çizimi belki de selamlıyor.
Yazılı bir mesaj yollayarak UİD-DER’li işçilerin ve Türkiye işçi sınıfının 1 Mayıs mücadele gününü kutlayan Filipinli Manggagawa Partisi Genel Başkanı Rene Magtubo’nun ardından, partinin genel sekreteri Judy Miranda da görüntülü bir mesaj gönderdi. Miranda, işçi sınıfının uluslararası mücadelesine vurgu yaparak birleşik mücadele çağrısı yapıyor. 1 Mayıs 2021 tıpkı geçtiğimiz sene olduğu gibi bu yıl da koronavirüs bahanesiyle yasaklandı. Miranda’nın mesajında yer verdiği sorunlara tepkilerini dile getirmek üzere alanlara çıkmak isteyen işçiler, polis şiddetiyle karşı karşıya kaldı. Polis, çoğu madenci ve balıkçı olan 20 işçiyi gözaltına aldı. Partido Manggagawa, yayınladığı bir açıklamayla polis şiddetini kınadı ve mücadelede kararlılık vurgusu yaptı. Bizler de Filipinli mücadeleci işçi kardeşlerimizi selamlıyor, yanlarında olduğumuzu vurguluyor ve işçi sınıfının dayanışma ve mücadelesini güçlendirme sözümüzü yineliyoruz.
2 May 2021 - 17:35
Enternasyonal’in Osmanlıca Çevirisi
Kalk ey lanetle damgalanmış
Aç ve çıplak mazlum dünya!
Zulme karşı yürekler yanmış,
Alevlenmiş bu dava!
Yıkalım bu köhne cihânı
Kuralım bir yeni âlem:
Arzın sefil ve mahkûm insânı
Arza hâkim olur o dem…
Bu kavga son en kat’i şanlı bir harb olur,
Enternasyonelle insânlık can bulur.
Yok bize hiç kimsenin imdâdı
Sultânlardan, vezirlerden!
Bizi bunlardan kurtaracak
Kuvvetimizdir ancak.
Parçalayıp köhne zinciri
Hükmü ele almak için,
Kızgın iken döğün demiri,
Ocakları körükleyin!
Bu kavga son en kat’i şanlı bir harb olur,
Enternasyonelle insânlık can bulur.
Demir kollu zahmet ordusu
Dünyâda bizleriz ancak;
Zahmetkeşin fabrika, toprak;
Tenbellere ölüm! Korku!
Cellâdların başında bir gün
Şimşek çakar, ölüm gürler!
Al bayrakla doğan parlak gün
Bize kurtuluş getirir!
Bu kavga son en kat’i şanlı bir harb olur,
Enternasyonelle insânlık can bulur.
Günler vardır, yalnız kişiler için önemlidir. Günler vardır, ülkelerde belli dönemeçler olarak anılır. Ve öyle günler vardır ki tüm dünya emekçileri için, elleri bolluk ve bereket üreten “Büyük İnsanlık” için kıymetlidir. İşte 1 Mayıs böyle bir tarihsel gündür. Sadece belli başlı ülkelerde değil, yaşadığımız topraklarda da hayli köklü bir 1 Mayıs geleneği vardır. Sınıfımızın bu kıymetli mücadele gününün Osmanlı’ya uzanan, yüz yılı aşkın bir mazisine kısaca göz atacağız.
Tarih boyunca gerçekleşmiş istisnasız bütün büyük gelişmeler, önemli olaylar; kendilerine ebelik eden toplumsal atmosferden ayrı düşünülemez. Osmanlı’daki 1 Mayıs kutlamalarına geçmeden önce, dönemin toplumsal atmosferine kısaca göz atmakla işe koyulalım. Bizler bugün Türkiye işçi sınıfının tarihi köklerini ararken, nasıl ki Osmanlı’daki işçi hareketine uzanıyorsak; mesela Bulgar, Yunan, Makedon ve Ermeni işçiler de kaçınılmaz olarak aynı kökene dönüp bakıyorlar. Çünkü ortak köklere ve anılara sahibiz.
Osmanlı işçi sınıfı çok kültürlü, çok dilli ve çok uluslu bir yapıdaydı. Türk, Rum/Yunan, Yahudi, Bulgar, Ermeni, Arnavut, Sırp, Arap ve daha nicesi… Onlarca farklı ulustan emekçiler, 1800’lerin ortalarından itibaren Osmanlı’da yeni doğan bir sınıfın, işçi sınıfının evlatları oldular. Egemenlerin milliyetçi kışkırtmalarına rağmen beraber yaşadılar, beraber ürettiler, beraber mücadele ettiler. Böylece yaşamları ve yazgıları ortaklaştı.
İşçilerden 1 Mayıs Mücadele Mesajları
Yıl 2012, 1 Mayıs Taksim Meydan’ındayız. O gün bir direnişçi işçi olarak kürsüdeydim. Kürsüye çıktığımda şaşkınlığa uğradım. Nasıl bir kalabalıktı… Durduğumuz yerden o kalabalığı görememiştim. Rengârenk kalabalığı gördüğümde şaşırmıştım. O anki duygularımı anlatmam mümkün değil… Alanda UİD-DER korteji kıpkızıl görünüyordu. Bu kadar kalabalık olduğumuzun farkında değildim. Çok heyecanlanmıştım. 1 Mayıs Uluslararası, Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü bayrağı altında on binler birleşmiştik. Bugün işçi sınıfının birlikteliğinin önüne geçmek için 1 Mayıs yasaklanmış olsa da öfkemiz giderek büyüyor. Gün gelecek baskılar, yasaklar durduramayacak işçi sınıfını… 1977 1 Mayıs’ını kana bulayanlar nasıl ki işçi sınıfının hafızasından 1 Mayıs’ı silip atamadıysa ve yüzbinler gün geldiğinde alanlara çıktıysa, bugünler de geçecek ve biz yine yüzbinler, milyonlarla kol kola girip meydanlarda özgürlük şarkılarımızı söyleyeceğiz!
Pendik’ten metal işçisi bir kadın
2 May 2021 - 18:30
“Her sınıfın ecdadı kendine” derler. Peki, imparatorluk sınırları içinde doğan işçi sınıfı, yani dedelerimiz, ninelerimiz, yani atalarımız, ecdadımız neler yaşıyorlardı? Osmanlı’nın yeniyetme kapitalistlerinin işletmelerinde onlar için hayat nasıldı? Sözü onlara bırakalım… İştirak yani Ortaklaşma adlı gazeteye Bursa’daki ipek işçileri adına gönderilen mektuba dikkat kesilelim. Şöyle yazar “Hayat ve Hakikat” başlıklı mektupta:
“Biz o perişan çiçeklerdeniz ki baharı görmeden güz yapraklarına döneriz. Sayımız yalnız Bursa’da beş bine ulaşır. Gece gündüz çalışırız, çalışırız... Tekrar çalışırız! Halimize kimse acımaz! Hiçbir duyarlı kalbe, hiçbir acıyan vicdana rastlamıyoruz. Evet! Vücudumuzu kavuracak surette çalışıyoruz. Bizim yaşıtlarımızdan olan şen ve şuh kızlar aşklarıyla, tantanalarıyla yaşamın lezzetlerini tadarlarken biz; fabrikanın kokuşmuş havasında ciğerimizi çürütürüz. Sıcak sular içinde ellerimizi yıkar, feryat ve figanlar ile kalbimizi kavururuz. Bizim kavuşma hediyemiz çirkin sövgüler, ödülümüz yüzümüze atılan bir tokat, emeğimizin karşılığı bir parça kuru ekmektir.”
Elleri nasırlı, alınları terli, ekmek kavgaları büyük olan işçilerin ezgileri, ağıtları, marşları yüreğimize işler. Tıpkı Uludağ’ın eteğindeki Bursa’da, fabrikaların genç kızların kanıyla ipek boyadığını anlatan Yeşil Bursa Marşı gibi! “Yeşil Bursa”, mutlaka sömürüsüz bir dünyayı temsil etmek anlamında “Kızıl Bursa” olmalı. Genç kızların, çocukların, tüm işçilerin yüzü gülsün diye… Bugünün “perişan çiçekleri” için bahar gelsin diye…
İşçilerden 1 Mayıs Mücadele Mesajları
Dostlar bizler tekstil işçileri olarak daha önce birçok kez 1 Mayıs meydanlarına gittik. 1 Mayıs’ın önemini, değerini biliyoruz. Ama sadece bunları bilmek yetmiyor. Önceden işyerinde her sorun yaşadığımızda sanki bir tek biz yaşıyormuşuz gibi öfkelenip kızıyorduk, çünkü daha önce örgütlü işçilerle hiç bir araya gelmemiştik. Ta ki UID-DER’li arkadaşlarla tanışana kadar. Etkinliklere katıldıkça, onlarla sohbet ettikçe, UİD-DER’in bültenini okudukça bizim gibi birçok işçi arkadaşımızın da işverenlerle aynı sorunları yaşadığını ve bunları bültene yazdıklarını gördük. Anladık ki biz işçiler ancak birlikte mücadele içinde olursak bu kapitalist sisteme karşı güçlü ve sağlam durabiliriz. Çünkü kapitalist sistem işçi sınıfına yoksulluk, savaş ve salgından başka bir şey vaat etmiyor. İçinde bulunduğumuz bu süreçte her ne kadar salgından dolayı meydanlara, sokaklara çıkamasak da, baskılar ve yasaklar önümüze koyulsa da bizler işçiler olarak 1 Mayıs’ın coşkusunu ve heyecanını yaşıyor ve yaşatıyoruz. Egemenler ne yaparlarsa yapsınlar sınıfımızın bu mücadele gününü yaşatmaya devam edeceğiz. Buradan bütün işçi ve emekçilerin 1 Mayıs’ını kutluyoruz.
Kıraç’tan bir grup kadın tekstil işçisi
2 May 2021 - 19:10
Osmanlı işçi sınıfının ağır sömürüye, haksızlıklara, baskılara olan tepkisini kitlesel ve yaygın şekilde ortaya koyabilmesi esas olarak 1900’lerin başında mümkün olabilmiştir. Bu yıllarda mücadeleci işçiler ve sosyalistler tarafından onca baskıya rağmen cemiyetler, sendikalar kurulmuş, gazeteler basılır hale gelmişti. 1908 yılına ilişkin çeşitli raporlara göre, belirli sanayi merkezlerinde yoğunlaşmış 100 binlik bir işçi kitlesi oluşmuştu artık Osmanlı’da…
Bu işçi ordusu, 1908’de ilan edilen II. Meşrutiyet’i takiben esaslı bir mücadeleye girişerek tarih sahnesine çıktı. Selanik, Üsküp, İstanbul, İzmir, Kavala, Beyrut, Drama, Ereğli, Samsun, Edirne, Bursa… Kapitalist ilişkilerin görece geliştiği kentler, daha önce görülmedik kitlesellikte, yaygın ve güçlü grevlere ev sahipliği yaptı.
Başta demiryolu, tramvay ve liman işçileri olmak üzere, maden işçileri, hamallar, kunduracılar, posta-telgraf işçileri, tuğlacılar, duvarcılar, tütün işçileri, tersane işçileri, pamuk ve dokuma fabrikalarından işçiler… Grev dalgası kabararak sürmüş; bir sektörden diğerine, bir işletmeden bir başkasına sıçramıştı. Neticede çeşitli kaynaklara göre 100 bin işçi iş bırakmıştı.
Sınıf tarihimizde “1908 Grevleri” olarak yer alan bu mücadeleyi Yahudi, Rum, Bulgar, Sırp, Ermeni, Arap ve Türk işçiler birlikte örmüşlerdi. İki buçuk ay boyunca sürüp giden grevlerin temel taleplerinden biri ABD’de 1 Mayıs’ın doğuşunun şiarıyla aynıydı: Osmanlı işçi sınıfı da iş saatlerinin kısaltılmasını istiyordu. İşte bu grev dalgası 1 Mayıs’ın yaşadığımız topraklarda ilk kez kutlanacağı günlerin habercisi oldu. Bahar yakındı; işçiler bir yıl geçmeden 1 Mayıs alanlarına çıkacaklardı.
2 May 2021 - 19:50
Anadolu Ermeni halkının önemli şairlerinden Taniel Varujan’ın 1 Mayıs 1912’de yayımlanan “1 Mayıs” şiirinden bir kesit. 1 Mayıs’ın emekçiler için anlamını nasıl da içli ve derinden betimliyor.
Lirim bugün kopararak tellerini,
Doğudan Batıya çağırır sizi.
Siz ey
Ekmeğin kurbanları,
Güneşe hasret oldum olası.
Bana gelin; ben, Mayıs’ın büyücüsü
Ben dönüştürürüm terinizi,
Paha biçilmez gülün, o cevahir çiyine.
Ben akıtırım güneşi
Kavruk kemiklerinize.
Atölyeden gelin bana; siz,
Şu güve yeniği dünyamıza
Yeni esaslar tesis ettiniz, nicedir.
Fırından çıkıp gelin; orada
Başınıza, ciğerlerinize kül ekilir.
Bugün bana, bana gelin hepiniz,
Ne çok alev var yüreğimde, ne çok ışık can evimde.
Sizin killi
Çamurlarınızdan ben,
Yeni bir insanlık yoğururum, Ümitli… (Kısaltılmıştır)
Osmanlı topraklarındaki ilk 1 Mayıs kutlamasına bakıyoruz, yıl 1909! Sonradan renklendirilen bu fotoğraf, bugün Makedonya sınırları içinde olan Üsküp’teki kutlamaları ölümsüz kılmış. Fotoğrafta hemen dikkatimizi, devasa büyüklükte bir bayrağı, işçi sınıfının mücadelesinin sembolü kızıl bayrağı gururla taşıyan bir işçi çarpıyor gözümüze… Peki, ön tarafta keman, klarnet ve def taşıyanları gördünüz mü? Kim bilir o gün orada işçi sınıfının marşı, enternasyonal çalınmış ve bir ağızdan söylenmiştir, ne dersiniz?
1909 1 Mayıs’ında Üsküplü işçi kardeşleri gibi Selanikli işçiler de çıktılar sokaklara… O gün orada Türk, Rum, Müslüman, Yahudi işçiler caddelerde kol kola yürüdüler. Pankartlar farklı dillerde hazırlanmış, bildiriler farklı dillerde yayınlanmıştı. Osmanlı İmparatorluğu’nun işçileri, farklı dillerde aynı istemlerini dile getirmişti:
- Herkese seçme ve seçilme hakkı,
- Emeği koruyacak yasalar çıkarılsın,
- İş saatleri kısaltılsın ve ücretler yükseltilsin,
- Grev mevzuatı düzeltilsin!
1910 yılından itibaren 1 Mayıslar artık baskı ve yasakların hedefindedir. Osmanlı’nın Başkenti İstanbul’da ilk kez 1910’da 1 Mayıs kutlamaları gerçekleştirilmiştir. Ama maalesef meydanlarda değil, Taksim’deki Pipinobira fabrikasının bahçesinde… Bulgar İşçi Kıvılcımı gazetesi İstanbul Muhabiri Stefanos Papadopulos’un o günlerde kaleme aldığı satırlara bakalım: “Türkiye işçileri, Ermeniler, Yahudiler, Rumlar ve Türkler, elinizi verin, iş kollarınızdaki sendikalarda sosyalistçe birleşin, tarihsel çıkarlarınızı ancak böyle müdafaa edebilirsiniz.”
1911 1 Mayıs’ı öncekilere nazaran çok kitleseldir. İrili ufaklı 14 sendika tarafından örgütlenen miting, İttihat Terakki hükümetinin baskı ve yasaklarına karşı adeta gövde gösterisine dönüşür. İşçilerin iş bırakması nedeniyle özellikte Selanik’te hayat felç olur. Farklı uluslardan binlerce işçi yine kardeşleşmiştir kendi bayraklarının, kızıl bayrakların altında... O gün orada dünya işçi sınıfının marşı Enternasyonal’in (Beynelmilel) bandolar eşliğinde ve pek çok farklı dilde birden söylendiğini biliyoruz.
2 May 2021 - 20:10
Fotoğrafta tatlı mı tatlı bir çocuğu görüyoruz. İşaret parmağını kaldırmış, ilk bakışta anlamsız görünen, kargacık burgacık bir yazıya bakıyor. Aslında bir tarihe ve tarihi bir anıta bakıyor bu küçük çocuk! Baktığı taş sütun, yaşadığımız topraklarda bilinen ilk 1 Mayıs anıtıdır. Taşçı kalemi ile 10 cm boyunda 1,5 cm eninde açılan derin yarıklara sert beyaz harç yedirilerek, Fransızca “1911 MAI 1” yani “1 Mayıs 1911” yazılmış.
1911 yılında Amasra’da yapılan liman inşaatı sırasında kalelerdeki burç ve bedenlerin kimi taşları sökülmüş, Karadeniz’in dalgalarına siper olsun diye büyük bir dalgakıranın yapımında kullanılmıştı. Tarihçilere göre o günlerde Amasra dalgakıranında çalışan gayrimüslim işçilerden birisi, belli ki zamanın sonsuzluğuna bir iz bırakmaya karar vermiş. Koca taşlardan birinin denize bakan yüzüne; silinmez, aşınmaz bir yazı işlemiş. Dönelim fotoğrafta gördüğümüz tatlı mı tatlı çocuğa; zamana meydan okuyan bu anıta bakarken belki de o, yanındaki ailesiyle birlikte “Yaşasın 1 Mayıs!” demiştir.
İşçi hareketi başta olmak üzere toplumsal muhalefetin üzerindeki baskının arttığı yıllardı. Bundan dolayı 1912 1 Mayıs’ı da meydanlarda kutlanamadı. Ancak binlerce işçinin katıldığı grevler yapıldı. İstanbul’da Rum ve Müslüman sosyalistlerin, mücadeleci işçilerin öncülüğünde Pangaltı’daki Belvü Bahçesinde bir kutlama etkinliği gerçekleştirildi. Fotoğraf bu etkinliğe katılan farklı uluslardan ama aynı sınıftan insanları, bugün evlerimize misafir ediyor. Kadınlar, erkekler ve hatta çocuklar… Kararlı ve umut dolu gözlerle bakıyorlar yarınlara, yani bir anlamda bizlere…
İşçilerden 1 Mayıs Mücadele Mesajları
Tarih boyunca işçi ve emekçiler yaşadıkları koşulları değiştirmek için ve insanca bir yaşama ve düzene kavuşmak için büyük mücadeleler yürüttüler. Keşke bu yaşama kavuşmuş olabilseydik. Ama insanca yaşama isteğimiz ve mücadelemiz hâlâ devam ediyor. Hâlâ örgütsüzlüğümüzün faturasını ödüyoruz, üstelik kat be kat artmış bir şekilde… Ama bu durum bizi karamsar yapmadı, yapmamalı. Elbet kalkacak bu karanlık, elbet güneş doğacak ve biz yüreğimizde sönmeyen 1 Mayıs ateşiyle inancımızı, umudumuzu ve mücadelemizi elbette meydanlara taşıyacağız. Yaşasın İşçilerin Birliği, Yaşasın İşçilerin Örgütlü Mücadelesi! Yaşasın 1 Mayıs!
İstanbul/Sancaktepe’den bir metal işçisi
2 May 2021 - 20:45
İngiltere’de binlerce emekçi 1 Mayıs’ta başkent Londra’da bir araya geldi. Polisin yetkilerini arttıran yasa tasarısına karşı haftalardır yürüttükleri mücadele 1 Mayıs coşkusuyla birleşti. “Yasayı Yok Edin!” sloganıyla Trafalgar Meydanına doğru yürüyen emekçiler, Türkiyeli sınıf kardeşlerine dayanışma mesajı gönderdiler. 1 Mayıs’ın uluslararası dayanışma ve mücadele ruhunun yansıtıldığı mesajlara kulak verelim ve hep birlikte haykıralım: Yaşasın Uluslararası Dayanışma!
2 May 2021 - 21:35
Fabrikalara kondulara
Cemreler düştü bir sabah
Patladı binlerce gül tomurcuğu gibi
Yüreklerimizde 1 Mayıs
Toprağa yaşama sarıldık yeniden
Yerinde duramıyordu işçiler
Taşan ırmaklar gibi geçtik caddelerden
Uğultulu ormanlar gibi
Yükselttik ellerimizle
Barışın kardeşliğin
Emeğin bayrağını
(Taksim Alanında Bir Top Gülüm Var, Başaran, kısaltılmıştır)
Önce Balkan Savaşları, sonra da Birinci Dünya Savaşı derken Osmanlı’da yeni yeni emeklemeye başlayan işçi hareketi hepten geriye çekildi. Maalesef böylece 1 Mayıslar Osmanlı topraklarında bir süre nefessiz kaldı. Fabrikalarından sökülüp cephelere sürülen farklı ulustan işçilerin birbirine düşmanlaştırılmasına ve nice acılar çekmesine şahitlik edecekti tarih...
Ekim Devrimi Rusya’da yıkılmaz sanılan imparatorları ve zalimlerin düzenini yıkmış, emekçilere sömürü ve baskıdan kurtuluşun yolunu göstermişti. İşçi iktidarı altında Rus askerler, Çarlığın işgal ettiği Osmanlı topraklarından çekildiler. Ekim’in rüzgârı Balkanlar’dan Anadolu’ya emeği ile yaşamı var edip cefa çekenleri umutlandıracak ve yüreklendirecekti. Bu gelişmelerin ışığında, Türkiye işçi sınıfının öncülerinden Mustafa Suphi, 1920 yılında 1 Mayıs üzerine bir mesaj kaleme alır. “Birleşiniz bütün dünya işçileri, Birleşiniz Müslüman işçiler!” şiarlarıyla sonlanan mesajda, 1 Mayıs’tan şöyle bahseder Mustafa Suphi: “Bütün dünyadaki mazlum insanların bekledikleri mes’ut gün, bütün dünyadaki mazlum halkların bahtını birbirine bağlayan büyük bayram!” Bu satırlar 1 Mayıs’ın tarihsel anlamını ne güzel vurguluyor değil mi?
Bugünden tam 100 sene önce, 1921 1 Mayıs günü sadece Osmanlı İmparatorluğu’nun değil, emeğin de başkenti olan İstanbul işgal altındadır. Emperyalist işgal kuvvetleri ve yerli egemenler 1 Mayıs’ı yasaklamak isterler. İstanbul İşgal Kuvvetleri Komutanı General Harrington, komutanlığına bağlı İstanbul Zabıta Komisyonu Reisi Miralay Ballar’a kesin talimatını vermiştir: “1 Mayıs’ta amele miting yapmayacak!” O günün gazetelerinde 1 Mayıs karalanıyor ve işçiler tehdit ediliyordu: “Cüret edenlerin şiddetle cezaya duçar olacağı” beyan ediliyordu. Peki, ne oldu dersiniz? Yasaklar sökmedi. İşçi ve emekçilerin işgale karşı protestosuna dönüştü 1 Mayıs!
Yerli ve yabancı egemenler tüm bastırma ve yıldırma çabalarına rağmen 1 Mayıs’ın kutlanmasının önüne geçemediler. Şirket-i Hayriye, Haliç İdaresi, Baruthane, Feshane, Zeytinburnu deri fabrikaları; Fatih, Aksaray, Harbiye hatlarındaki tramvay işçileri 1 Mayıs günü iş bıraktılar. Kentin karanlıkta kalmaması için yalnızca elektrik işçileri iş bırakmamıştı. İstanbul, 1 Mayıs günü adeta genel grev havasına bürünmüştü. Fotoğrafta gördüğümüz tersane işçileri; Kasımpaşa’dan Şişli Hürriyet-i Ebediye Tepesi’ne kadar işgalci güçlere meydan okurcasına marşlar söyleyerek yürüyüş gerçekleştirdiler.
2 May 2021 - 22:20
Şehir geneline yayılan kutlamaları ve Kâğıthane’de biten yürüyüşü anlatan 2 Mayıs 1921 tarihli iki gazete kupürüne bakıyoruz şimdi... Peyâm-ı Sabah gazetesi “Dünki Amele Bayramı” ve Alemdar gazetesi ise “Amele Bayramı Tezahüratı” başlıklı haberleri ile kutlamaları anlatıyor.
1922’de 1 Mayıs, Ankara ve İzmir’de de kutlanmıştı ancak kitlesel kutlamaların merkezi yine İstanbul’du. Dinleri, dilleri, ulusları farklı işçiler, yeniden 1 Mayıs’ta birdiler, beraberdiler. 1 Mayıs sabahı, çeşitli sektörlerden ve kollardan gelen işçiler Pangaltı’da toplanmışlardı. Dönemin Vakit Gazetesi 1 Mayıs kutlamasını şöyle betimliyordu: “Saat birde amele kitlesinin önünde bir bando mızıka olduğu halde kırmızı pazubentli heyet azasının nezareti altında amele Kâğıthane’ye yollanmıştır. Yolda ameleye muhtelif beynelmilel mesai marşları terennüm ettirilmiş, Kâğıthane’de hatipler tarafından emek ve emeğin kıymeti hakkında muhtelif mevzular üzerine konferanslar verilmiştir.”
Mücadeleci işçilerin ve sosyalistlerin çıkardığı Aydınlık dergisinin 1 Mayıs 1923 nüshasının kapağı... Üstte, “Bütün Dünya İşçileri Birleşiniz” yazıyor. Resimdeki işçinin elinde tuttuğu pankartta ise “İşçi Günü 1 Mayıs.”
Bu fotoğrafta gördüğümüz kişi, Yaşar Nezihe Bükülmez... 1882’de dünyaya gelen ve ömrü yoksullukla, türlü acılarla geçen Yaşar Nezihe “Proleter Şair” olarak bilinir. Bu topraklardaki işçi sınıfının ilk kadın şairiydi. Türkçe’de bilinen ilk 1 Mayıs temalı şiiri yazan da oydu, neredeyse 100 sene önce... 1925’te Aydınlık dergisinde yayınlanan bu dizeler 1 Mayıs geleneğinin inatçı olduğunu anlatıyor, zulme boyun eğmemeyi öğütlüyor.
Ey işçi…
Bugün hür yaşamak hakkı seninken
Patronlar o hakkı senin almışlar elinden.
Sa’yınla edersin de “tufeyli”leri zengin
Kalbinde niçin yok ona karşı yine bir kin?
Rahat yaşıyor, işçi onun emrine münkâd;
Lakin seni fakr etmede günden güne berbâd.
Zenginlere pay verme, yazıktır emeğinden.
Azm et de esaret bağı kopsun bileğinden.
Sen boynunu kaldır ki onun boynu bükülsün.
Bir parça da evlatlarının çehresi gülsün.
Ey işçi…
Mayıs birde bu birleşme gününde
Bişüphe bugün kalmadı bir mani önünde…
Baştanbaşa işte koca dünya hareketsiz;
Yıllarca bu birlikte devam eyleyiniz siz.
Patron da fakir işçilerin kadrini bilsin
Ta’zim ile, hürmetle sana başlar eğilsin.
Dün sen çalışırken bu cihan böyle değildi.
Bak fabrikalar uykuya dalmış gibi şimdi.
Herkes yaya kaldı, ne tren var, ne tramvay
Sen bunları hep kendin için şan-ü şeref say…
Bir gün bırakınca işi halk şaşkına döndü.
Ses kalmadı, her velvele bir mum gibi söndü.
Sayende saadetlere mazhar beşeriyet;
sen olmasan etmezdi teali medeniyet.
Boynundan esaret bağını parçala, kes, at!
Kuvvetedir hak, hakkını haksızlara anlat.
2 May 2021 - 23:15
1923 yılında “Türkiye İşçileri Bayramı” olarak ilan edilen 1 Mayıs, üzerinden çok geçmeden yasaklandı. 1925’te çıkarılan “Takrir-i Sükun Kanunu”, nam-ı diğer “Sus Kanunu” ile birçok yasağın yanına fiili olarak 1 Mayıs da eklendi. İşgal yıllarında emperyalist efendiler nasıl 1 Mayıs’ı yasakladılarsa, bugünün siyasi iktidarı nasıl ki 1 Mayıs’ta alanları işçilere kapatıyorsa; yeni kurulan rejimin efendileri de benzer bahanelerle her türlü örgütlenmeyi, gösteriyi ve basın-yayın faaliyetini yasaklamıştı. Bundan böyle işçilere alanlar yasaktı, gazete çıkarmak ve broşür dağıtmak yasak… Örgütlenmek yasaktı, grev yapmak yasak, 1 Mayıs yasak…
Cumhuriyet’in ilk işçi örgütlenmesidir Amele Teali Cemiyeti, pek çok sendikanın birleşmesiyle kurulmuştur. Bu cemiyet, 1 Mayıs 1925’te işçilere “1 Mayıs Nedir?” başlıklı bir kitapçık dağıtır. 16 sayfalık kitapçığın son satırları şöyledir: “Amele sekiz saatten fazla çalışmamak, müreffehen yaşatacak bir ücret almak, insan muamelesi görmek ve mukadderatına bizzat hâkim olmak ister. Türkiye amelesi bu isteklerini kendi azmi, kendi bilek kuvvetiyle elde edecektir. İşçiyi sermayenin soygununa karşı müdafaa etmek Cumhuriyetin vazifesidir. 8 Saat İş, 8 saat Uyku, 8 saat İstirahat” Bu şiar sizlere de tanıdık geldi mi? İşçi sınıfının mücadelesinin tarihine baktığımızda işçilerin farklı dillerde aynı istemleri konuştuğunu, aynı amaç uğruna mücadele ettiğini görürüz.
İşçilerin dağıttığı bu kitapçık, yani esasında 1886’da 1 Mayıs’ın doğuşunun şiarı suç unsuru sayılmış ve Amele Teali Cemiyeti’nin yöneticileri tutuklanarak İstiklal Mahkemesi’ne gönderilmiştir, sonra da hapse atılmışlardır. İşçilerin içinde kök salmaya başlayan bu işçi örgütlenmesinin kapısına birkaç yıl içinde kilit de vurulacaktır.
Türkiyeli egemenler 1 Mayıs’ın içini boşaltmak istiyordu. Nihayetinde 1935 yılında 1 Mayıs resmi olarak “Bahar ve Çiçek Bayramı” ilan edildi. Böylece işçi sınıfının mücadele geleneğinin nasıl unutturulmaya çalışıldığının anlaşılması için dönemin gazete kupürlerine bakmak yerinde olacaktır.
2 Mayıs 1934 tarihli Milliyet gazetesinde “1 Mayıs Neşeli Geçti” başlıklı bir haber… İşçilerin taleplerini haykırmak için meydanlarda buluştuğunu yazmıyor. Bu satırlar 1 Mayıs’ın nasıl çarpıtıldığının, toplumsal belleğin nasıl yok edilmeye çalışıldığının belgesidir. İşçilerin nice baskıya göğüs gererek katıldığı geçmiş yıllardaki 1 Mayıslar, bu haberle birlikte kırlarda dolaşılan, çadırlarda süt içilen, baharın gelişinin kutlandığı günler olarak yansıtılıyor. E boşuna dememişler; “medya sahibinin sesidir.” Nasıl ki akrebin fıtratında sokmak var ise sermaye medyasının fıtratında da yalan vardır.
2 May 2021 - 23:35
Cumhuriyet tarihinin ilk 40 yılı, işçi sınıfının ekonomik, sosyal ve siyasal haklarından tamamen mahrum bırakıldığı ve baskı altında tutulduğu yıllardır. Peki, neden? Çünkü devlet kendisini sermaye sahiplerinin, fabrikatörlerin gelişmesine adamıştı. Emeğin fütursuzca yağmalandığı, azınlıkların mallarına el konulduğu ve bu yolla da sermaye birikimi elde edildiği bir sürece girilmişti. Nasıl ki bugün patronlara ballı teşvik, işçiye katmerli sömürü layık görülüyorsa, o dönem de devlet patronlara amade olmuştu. Kapitalist işletmeler, bankalar kuruluyor; burjuva sınıfın gelişmesi için her türlü imkân sağlanıyordu.
İşçiye ise toplu sözleşme yok, grev yok, sendika yok, zam yok, dinlenme yok, 1 Mayıs yok… İşçilerin payına yalnız yasaklar, baskılar ve yoksulluk düşüyordu. Bütün nimetlerin hamurunu ellerinin nuru ile üreten işçiye bir de “hürriyet” var o dönem; anasını ağlatanı Karun kadar zengin etme hürriyeti!
1940’lı yıllarla birlikte çalışma saati günde 11 saate çıkarılmıştı. Çalışma yaşı ise madenlerde 16’ya, sanayide ise 12’ye indirilmişti. Geceli gündüzlü günde 11 saat çalışıp posası çıkan işçilerin 1 günlük hafta tatilleri de kaldırılmıştı. Gazetelerde hafta tatilinin aylaklık olduğu üzerine yazılar yazılıyordu. İşçiler sömürünün en acımasız haliyle karşı karşıyaydı. 20’li yıllarda Zonguldak kömür madenlerinde bir kazmacı 100-120 kuruş yevmiye alırken ekmeğin kilosu 20 kuruştu.
Bir sözcük düşünün, her duyduğunuzda tüyleriniz ürpersin. Öyle bir sözcük düşünün ki acının anlamını değiştirsin. İşte Arapça bir kelimeden ibaret olan “Mükellefiyet” 1940’larda yalnızca bir sözcük değildi yerin karanlık deliklerine zorla sürülenler için… 1940’ta başlatılan ve 1947’ye kadar süren “İş Mükellefiyeti” yani “Zorunlu Çalıştırma” uygulaması ile Ereğli’de, Kütahya Garp Linyitlerinde, Zonguldak Kömür Havzasında ayrıca meydan, yol ve köprü inşaatlarında insanlar zorla çalıştırıldı.
Mükellefler, ömür törpülerdi madenlerde, kazma salladıkça ömür törpülerlerdi. Uyanamadıkları bir kâbus gibi geçerken günler, acılar türkü olup yüreklere akıyordu. Nida Ateş’in yorumladığı Mükellef İlan Oldu, Gelin Dediler ezgisini, Kelebeğin Rüyası filminden çarpıcı sahnelerle birlikte sunuyoruz. Eyy iki katlı şehir… Eyy altı kara, üstü yeşil Zonguldak… Biz unutmayacağız sınıfımızın çektiği acıları, sen de unutma!
Sadece madenler değil, fabrikalarda da işçilere gün yüzü yoktur. Yaşadığımız toprakların önemli edebiyatçılarından Sait Faik Abasıyanık, yeni yeni kurulan fabrikalardaki işçilerle 1945 yılında röportajlar yapmak ister. Yedikule’de bir deri fabrikasının yolunu tutar. İşçilerin bellerine kadar bir pisliğin içinde çalıştıklarını görür, kokudan boğulur gibi olur ve kendisini bir odaya güç bela atar. Patrona dönüp şaşkın ve sitem eder şekilde sorar sonra; “Beyefendi, bu pislik içinde nasıl çalışıyorlar, hastalanır işçiler!” Pişkin patronun Abasıyanık’a verdiği cevap ibretliktir: “Birinci Dünya Harbinde İstanbul tifodan, vebadan kırıldı, bizim fabrikada hiç hastalık çıkmadı. Mikrop yaşamaz ki onların çalıştığı yerde…” Aradan 20 yıl ya geçecek ya geçmeyecekti… Mikropların bile yaşamaktan imtina ettiği söylenen o fabrikalardan işçiler mücadele sahnesine çıkacak ve tir tir titretecekti pişkin efendileri…
3 May 2021 - 01:00
Nâzım Hikmet’ten Türkiye işçi sınıfına 1 Mayıs mesajı
İşçi sınıfının kurtuluşu mücadelesine adadığı ömrü, dünyanın tüm ezilen ve sömürülenlerine duyduğu derin sevgi ile Nâzım Hikmet… O sadece sanatıyla değil tüm benliğiyle işçi sınıfının özgürlük mücadelesinin içindeydi. Nâzım yasaklı yılların sembolüydü aynı zamanda… Ustanın şiirleri, yasaklı olduğu uzun yıllar boyunca mücadeleci işçilerin gözbebeğiydi. 1 Mayıslarda işçiler birbirlerine Nâzım şiirleri armağan eder; kavgalarını, umutlarını, sevdalarını anlatmak için onun dizelerine başvururlardı. Türkiye işçi sınıfının büyük şairi Nâzım Hikmet’in, 1959’te yurtdışında bir radyoya verdiği 1 Mayıs mesajını paylaşıyoruz. Nâzım Usta sanki bugünü anlatıyor, bugün bizlere sesleniyor değil mi?
Nâzım Hikmet, 1 Mayıs Karanfili Hikâyesi:
Zaman 1 Mayısların hemen öncesinde, yani sırf 1 Mayıs kutlayamasınlar diye mücadeleci işçilerin ve yüreği işçi sınıfının esaret zincirlerinden kurtulması için atanların tutuklandığı zamanlardı. Ama zor zamanlar dahi olsa insan zincirini kırdı mı, başını kaldırdı mı yukarı, ne de güzel yeşillenir hayat… Bir güzel hikâyenin akışına bırakacağız şimdi kendimizi… Nâzım Hikmet’in “ömrümün en güzel hatıralarından birisi” dediği bu anlatıyı, Ustanın kendi sesinden dinleme şansına kavuşacağız. Yüreği işçi sınıfından yana attığı için Bursa Cezaevinde tutukludur Nâzım… Onun bedeni içeride ama yüreği dışarıdadır, yani işçilerin arasında… Mücadeleci işçilerin yüreği de içeridedir, o orada yattığı için! Gerisini Nâzım’dan dinleyelim.
Nâzım Hikmet, İstanbul’da 1 Mayıs Şiiri
Geçtiğimiz yıl 1 Mayıs arifesinde Nâzım Hikmet’in 1 Mayıs üzerine yazdığı bir şiiri gün yüzüne çıkmıştı. TÜSTAV arşivindeki 1925 yılına ait belgeler arasında bulunan şiir, ilk kez Latin harflerine çevrilip 1 Mayıs günü paylaşılmıştı. “İstanbul’da 1 Mayıs” başlığını taşıyan bu şiirle birlikte hem geçmişe hem de geleceğe doğru yolculuğa çıkıyor insan… Önce 1925’e gidiyoruz, oradan yarım asır sonraya, 1976 1 Mayıs’ına… Türkiye tarihinin gördüğü en güzel kalabalık olan 1977’ye sonra ve oradan da UİD-DER ile 1 Mayıslara… Şanlı geçmişimize de kavgamızın şehri İstanbul’un ve tüm cihan yurdunun işçi sınıfının olacağı günlere de bugünden selam olsun!
3 May 2021 - 12:00
1 Mayıs için henüz yasaklı yıllar bitmemiştir. Fakat işçi sınıfının örgütlü bir güç olarak sahneye çıkması yakındır. İşte bugünlerde, Ocak 1959’da işçi sınıfının sosyalist aydını Vedat Türkali İşte Özgürlük adlı bir şiir yazar. Sırf düşündüğü, sömürüye karşı çıktığı ve insanın mutluluğunu istediği için yıllarca cezaevine atılan Türkali’nin özgürlüğe kavuşması, işçi sınıfı ve onun kavgasının kenti İstanbul’la yeniden buluşmasının şiiridir İşte Özgürlük!
3 May 2021 - 12:30
Şafak
Gecenin rahmine düşen gündüz
Güneşin şavkıyan dölü
Doğ kendini
Düş bir kor gibi karanlığa, yan
Ve harla
Denizi tutuştur, yangına boğ suları
Sonra büyüt yangınını ve büyü
Çünkü seninle gelecek sabah
Ve şöyle geçeceksin tarihe:
Kendini yakarak yarattı şafak gündüzü
(Şafak, İsmail Uyaroğlu)
1960’lı yıllarla birlikte bir bahar uyanışı gibi doğrulup ayağa kalktı işçi sınıfı… Yürüdü, yürüdükçe güçlendi. Her geçen gün takvimlerin yapraklarına yeni anlamlar kattı. 1961 yılı 31 Aralık Saraçhane Mitingiyle kapandı; Cumhuriyet tarihinin o zamana kadar gördüğü en kitlesel işçi mitingiyle! 28 Ocak günü ise “Kavel ve Grev” demekti 1963’ten sonra… 7 Aralık Berec oldu, 10 Mart Kozlu… Takvimlerin 13 Şubat’ı DİSK’le özdeşleşti, 4 Temmuz Derby ile. Tarih işçi sınıfımızın bu anlamlı yürüyüşünün tanığıdır. Kavgamızın şehri İstanbul 1960’lı yılların görkemli işçi eylemlerinin tanığıdır.
Fotoğrafta DİSK’in Kurucu Genel Başkanı Kemal Türkler ve beraberinde Rıza Kuas, İbrahim Güzelce, Kemal Nebioğlu, Mehmet Alpdündar var. O gün orada işçilerle birlikte “sınıfın göz bebeği” olarak anılacak DİSK’in kuruluşunu gerçekleştirdiler. Unutulmaz işçi önderi Kemal Türkler, kendisine DİSK’in neden kurulduğunu soran gazetecilere ertesi gün şu cevabı verecektir: “DİSK’in amacı işçi sınıfının memleket yönetimine ağırlığını koymasını sağlamak, kula kulluğu sona erdirmek, sosyal adalet içinde yaşamının ilk koşullarını yerine getirmektir.”
Türkiye işçi sınıfı tarihinin en anlam yüklü günlerine yolculuk yapıyoruz bu fotoğrafla birlikte… 15-16 Haziran 1970’te, iki uzun gün boyunca Türkiye işçilerin eylemiyle çalkalandı. İşçi sınıfının yükselen mücadelesinin öncüsü olan DİSK’i kapatmak isteyen sermaye sınıfına esaslı bir ders veriliyordu. Sanayinin kalbi olan İstanbul ve Kocaeli’de 150 bin işçi üretimi durdurup kent meydanlarına aktı. Çünkü Yolları kapatan işçiler tankların üzerinden atladılar, asker ve polis barikatlarını aşıp geçtiler. Korkudan valizlerini toplayıp alelacele İstanbul’u terk etti sömürücü efendiler… DİSK’i çökerterek işçi sınıfının yürüyüşünü durdurma hevesleri kursaklarında kalmıştı.
3 May 2021 - 13:35
1976 1 Mayıs’ından tarihi bir fotoğraf karesi. Ses aracında bize göre sağ tarafta bulunan kişi Maden-İş’in Genel Sekreteri Mehmet Ertürk… Arka tarafta beyaz pardösüsüyle DİSK’in unutulmaz önderi, işçilerin çok sevdiği Kemal Türkler… Bu fotoğraf karesi çekilmeden yaklaşık 2,5 ay önce, Ertürk’ün önerisiyle DİSK’in kuruluş yıldönümü ilk defa kitlesel biçimde, işçilerle birlikte kutlanır. Hemen sonrasında Ertürk ile Türkler arasında şöyle bir konuşma geçer:
- “Başkan… Biz istersek, 1 Mayısları da alanda kutlayabiliriz.”
- “Sahi yapabilir miyiz?”
- “Siz «olur» derseniz, hiçbir engel tanımayız!”
Türkler sonraki günlerde 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama önerisini çalışma arkadaşlarına götürecek, nihayetinde yarım asırlık yasağın ardından DİSK, Taksim’de 1 Mayıs kutlama kararı alacaktır. İşte bu fotoğraf karesi de işçi sınıfının o dönemde, kararlı ve inançlı sözleri hayata geçirecek düzeyde bir örgütlülüğe sahip olduğunun ispatıdır.
1 Mayıs’ı yaratanlar, doldurdukları fabrikalardan, indikleri madenlerden, çalıştıkları tarlalardan akıp gittiler meydanlara. Üzerinde binlerce bayrak, flama, pankart ve dövizin kıpır kıpır dalgalandığı nehirler halinde alana aktılar. Yüz binlerce işçi, emekçi, öğrenci, kadın, erkek, yaşlı, genç… Kitaplara, belgesellere konu olmuştur. O günleri yaşayanlar anlatmıştır. Derler ki 40’lı ve 50’li yılların eza görmüş, cefa çekmiş mücadeleci işçileri 1 Mayıs günü, yıllardır uzakta kaldığı sılasına nihayet kavuşmuşçasına duygulu ve heyecanlıydı.
Yücel dalgalan sen enginlerde, 1 Mayıs
Yaşıyor, yaşayacaksın sen ölümsüz
Senin kavganla yaşıyor tüm işçiler
Silinmez hafızalardan bu mukaddes günümüz
(Şükrü Alkan, Çelik Sanayi/Derince’den bir işçi. Kaynak: DİSK dergisi.)
Bir grup işçi, 1 Mayıs kürsüsünün önündeler… Hemen hepsi aynı yöne bakıyorlar. Belli ki bir fabrika korteji yahut grevci işçiler yürüyor. Kimi işçilerin DİSK önlüğü giydiğini görüyoruz. Fotoğraf bizi yanıltmasın, DİSK görevlileri o dönemde mavi bir gömlek giyerlerdi. Şair Can Yücel 1 Mayıs alanının “Çivit Mavisi”ne büründüğünü söyler, “Milletçe/Aklanmaya da/Paklanmaya da/…/ÇİVİT MAVİSİ”
İşçilerden 1 Mayıs Mücadele Mesajları
Kanada’dan İranlı mülteci kadın kardeşimizin “özgürlük ve eşitlik umuduyla” dediği dayanışma mesajına kulak verelim
3 May 2021 - 14:10
Mayıs ayında bahar gününde
İşçi çilesinden bıktı yürüdü.
Vahşilerin kaba gücü önünde
Şöyle alaylıca baktı yürüdü.
Sınıfımızın kadınları yürüyor. Kimisi genç, kimisi yaşlı… Yıllarca ezilmiş, ötelenmiş, değersizleştirilmiş olan emekçi kadınlar, sınıfın örgütlü saflarında insan gibi hissetmenin verdiği vakurla yürüyorlar. Ne anlamlı talepleri var: Çocuklar Silah Değil Şeker İstiyor! Savaşsız Bir Dünya!
DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler 1 Mayıs kürsüsünden konuşmasını yapıyor. Şöyle sesleniyor Türkler: “1 Mayıs, her şeyden önce, her ülkede ve tüm dünyada işçilerin sermaye egemenliğine ve zulme karşı birlik ve mücadelelerinin bayrağıdır. Selam olsun işçilerin, emekçilerin, tüm çalışanların birlik ve dayanışma günü 1 Mayıs bayrağını yere düşürmeyen işçi sınıfımızın yiğit savaşçılarına!” Kemal Türkler’in bu konuşmasının üzerinden yaklaşık yarım asır geçti. 2021’den şöyle cevap vermek isteriz: “Gözün arkada kalmasın başkan. 1 Mayıs bayrağı bugünün mücadeleci işçilerinin elinde dalgalanıyor, bizden de sana selam olsun!”
“DİSK çatısı altında geçirdiğim her gün daha bilinçlendim. Özellikle DİSK mitingleri, eğitim seminerleri, 1976 1 Mayıs’ı, DGM direnişimiz ve kazanımlarımız beni ve arkadaşlarımı bugünlere getirdi. Biz 1 Mayıs’a bugünün bilinci ve inancıyla katıldık. O gün DİSK güvenlik görevlisiydim. Saraçhanede olacağım anı bekliyordum. Yüreğim göğsümden fırlayacak gibiydi. Yüzbinlerce işçinin, emekçinin disiplini, kararlılığı ve sömürüsüz günlere duyulan özlem dolu haykırışlarıyla çizdiği tablo akıl almaz güzellikteydi.”
Mücadeleci kadınların o dönemde çıkardığı Kadınların Sesi dergisine bir kadın işçi böyle aktarmış duygularını… Maalesef ismini bilmiyoruz ama kim bilir belki de fotoğrafta gördüklerimizden biridir.
İnsan verdiği mücadeleyle değişir ve değiştirir. DİSK’li işçiler 1976 1 Mayıs’ını, sınıfımızın bu görkemli mücadele gününü ilmek ilmek dokudular. Hazırlıklar günleri, haftaları devirmişti ama nihayetinde yapılamaz denilen yapılmıştı. 1 Mayıs’a katılan işçilerle röportaj yapan DİSK Dergisi, Maden-İş üyesi bir metal işçisine 1 Mayıs öncesi ve sonrasında aynı kişi olup olmadığını sorar. Bakalım nasıl aktarıyor yaşadığı değişimi:
“Elbette aynı işçi değildim döndüğümde. Senelerden beri yasaklanmış kendi bayramımızı kutlamıştık ilk defa. Bunun için çok mutluyduk. İşçilerin birleştiğini, alanlara sığmadığını gördüm o gün. Geceli gündüzlü çalışmıştık bayram hazırlığı için. O gün Saraçhane’den Taksim’e yürürken, özgürdük, mutluyduk. İki haftanın yorgunluğunu birden atmıştık. Alandan eve dönerken dinç ve gençtik. Yeniden doğduk o gün. Ben 1955’den beri işçiyim. O gün Türkiye işçi sınıfının gerçekten meydanlara sığmadığını görünce bir işçi olarak kıvanç duydum.”
3 May 2021 - 14:40
1976, egemenlerin 1 Mayıs’ı yasaklarla solduramayacağını ortaya koyuyor. 1925 yılından sonra gelen baskı ve yasaklamalar karşısında işçiler belki meydanlarda buluşamadılar ama her 1 Mayıs günü bir yolunu bulup yan yana geldiler. Gizli gizli buluşmalar organize ettiler. Yürekleri bir, kavgaları birdi. Umutları ve özlemleri ortaktı. 1 Mayısların yeniden meydanlarda kutlanacağı günlere özlemle, sömürücü efendileri insanlığın sırtından atıp özgürlüğün keyfine varacakları günlere özlemle bu şanlı geleneği yaşattılar. Yasaklı yılların başında, 1927 yılında demiryolu işçileri bir marş besteleyip söylerler. Bugün bizlerin de duygularına tercüman oluyor demiryolcular. Türkiye işçi sınıfının ilk yıllarında yazılan bu marşın tarihsel önemi vardır. Geçtiğimiz senelerde Hasan Salih Nurcan tarafından bestelenip söylenen Hoş Geldin 1 Mayıs marşını, hazırladığımız bir klip eşliğinde sunuyoruz.
İşçilerden 1 Mayıs Mücadele Mesajları
Merhaba zalimlerin saltanatını yıkma mücadelesinde yüreği bizimle birlikte çarpan tüm dostlarımız. Zor günler yaşıyoruz, ekonomik kriz ve pandeminin etkisiyle daha çok yoksullaştık, eve götürdüğümüz ekmek daha bir küçüldü, çalışma koşulları daha da ağırlaştı. Ama mücadeleci işçiler bunların hiçbirine boyun eğmedi. Boyun eğmedik ve her koşulda, türlü yöntemler deneyerek mücadeleye devam ettik. Bu yüzdendir ki bu 1 Mayıs’ta da yan yana olamasak bile çoğalarak sahip çıkıyoruz gelecek güzel günlere. Biz UİD-DER’le yani işçi sınıfının bilinçli, kararlı mücadelesiyle tanıştığımızda emekçi kadınlar olarak dünyanın yarısı olduğumuzu öğrendik. Dünyadaki tüm güzellikleri var eden o güçlü ellerin yarısı olduğumuzu ve var ettiklerimize sahip çıkmak için mücadelenin de yarısı olmamız gerektiğini. Ama biz mücadelenin yarısı olmakla kalmıyor öne, daha da öne çıkıyoruz. Tıpkı UİD-DER’in alanlardaki kıpkızıl kortejinde olduğu gibi bu 1 Mayıs’ta da yüklendiğimiz sorumluluğun bilincinde olarak en önde yürüyoruz. Birbirimize, çocuklarımıza, sınıfımıza sahip çıkıyoruz. Yaşasın 1 Mayıs! Yaşasın İşçi Sınıfının Uluslararası Mücadelesi!
Ankara’dan UİD-DER’li emekçi kadınlar
3 May 2021 - 15:20
Haftalar öncesinden 1 Mayıs hazırlıkları başlamış, işyerlerinde 1 Mayıs Hazırlık Komiteleri oluşturulmuştu. Komiteler, vardiya bitimlerinde işçileri topluyor, yapılması gereken işleri örgütlüyor, işçiler de işçi sınıfına yaraşır bir disiplinle görevlerini yerine getiriyorlardı. Komite, işçilerin marşları, türküleri öğrenmesini sağladı. Halk oyunları ekipleri hazırlandı. Türkiye işçi sınıfı 77 1 Mayısına böyle hazırlanıyordu.
1 milyon bildiri ve 1 milyon yaka kokartı dağıtıldı. 250 bin afiş bastırıldı. Ülkenin dört bir yanında, bütün kentlerde duvarlar, binlerce işçinin katılımıyla 1 Mayıs afişleriyle donatıldı. Bezler ve boyalar hazırlandı. Pankartlar, dövizler yazıldı. Fabrikalar ve işyerleri arasında tatlı bir rekabet oluşmuştu. İşçiler kendi bayramlarını en güzel şekilde kutlamak için büyük bir emek harcıyorlardı.
Kadın işçiler de 1 Mayıs hazırlıklarında başı çekiyordu. Afişlerin asılmasında, pankart ve dövizlerin hazırlanmasında onların da ellerinin emeği, gözlerinin nuru vardı. Gördüğümüz ilk fotoğraftaki tutkal hazırlayan kadınlar, daha sonra ellerinde fırça ve kovalarıyla yola düşüp işçi semtlerini 1 Mayıs’a davet eden afişlerle donattılar.
İki sanat emekçisi, DİSK’e bağlı Bank-Sen binasında kurulan atölyede, ressam Gülsün Karamustafa’nın çizimlerini 1 Mayıs 1977 kutlamaları için pankart olarak uyarlarken… Fotoğrafçının deklanşöre bastığı sıralarda çay molası verdiklerini seçebiliyoruz. Tamamlanmamış bu resim ve çok daha fazlası 1 Mayıs günü banka ve sigorta işçilerinin ellerinde yükselecekti.
3 May 2021 - 16:05
Hazırlıkların ardından 1 Mayıs günü gelip çattığında, sendikalar, meslek örgütleri, kadın ve gençlik örgütleri kortejlerini oluşturmak üzere Saraçhane, Beşiktaş ve Şişli’de toplandı. 500 yüz bin işçi ve emekçi, disiplinli ve düzenli kortejlerini oluşturdu ve yürüyüşe geçti. Adımlarıyla yeri sarsarak yürüdüler, yeri geldi koştular, sloganlarını haykırdılar, halaylar çektiler… Üç koldan başlayan yürüyüşün ardından Taksim Meydanını hıncahınç dolduracaklardı.
Türkiye işçi sınıfına direnişleriyle grev hakkını armağan eden Kavel işçileri, birçoğu grevde olan Demir Döküm, Uzel, MAN, Sungurlar, Profilo, Estaş, Netaş, Beko, Grundig gibi metal fabrikalarının işçileri tam katılımla mitingde yer aldılar. Metal işçileri, birkaç hafta sonra başlayacak ve tam 8 ay sürecek MESS grevine (Büyük Grev) hazırlanıyorlardı aynı zamanda. 1977 1 Mayıs’ında kortejlerini oluşturup yürürken, işçi sınıfının tüm değerleri de onlarla birlikte yürüyordu.
Analar, analarımız… Hayatın yükünü omuzlarında taşıyan analarımız da 1977 senesinin 1 Mayısında alanlardaydı. Yürekten haykırıyorlardı, sesleriyle devleştiler. Saatler boyu çalışıp çocuklarının yüzünü dahi göremeyen işçi anneler, her işyerine kreş istiyorlardı, eşit işe eşit ücret istiyorlardı, hep bir ağızdan haykırdılar. O anda o kortejlerden birinde olan Hatice Temiz 1977 1 Mayıs’ı üzerine şöyle diyordu DİSK dergisine: “O gün DİSK güvenlik görevlisiydim. Saraçhanede olacağım anı bekliyordum. Yüreğim göğsümden fırlayacak gibiydi. Yüzbinlerce işçinin, emekçinin; disiplinliliği, kararlılığı ve sömürüsüz günlere duyulan özlem dolu haykırışlarıyla çizdiği tablo akıl almaz güzellikteydi.”
“…nice adamlar
nice kadınlar
nice çocuklar
Tutuşmuş el ele yürüyorlar
üçer üçer
Birlikte haykırıyorlar
“Kara günler gelir geçer
Kara günler gelir geçer”
(Netaş işçisi Hikmet Erten)
İnsan sadece anasının babasının evladı değildir. İçine doğduğu toplumun ve yaşadığı çağın da evladıdır. İşçi sınıfının yükselen mücadelesi toplumsal bir değişime ve dönüşüme ebelik etmişti. İşçi sınıfı toplumsal muhalefetin çekim gücüydü o yıllarda… Yaşamın iyiden, haklıdan ve güzelden yana değişmesini arzulayan hemen herkes yüzünü işçilere dönmüştü, aydınlar ve sanatçılar da dâhil… Beyazperdeye emekçilerin maruz kaldığı sömürü koşullarını ve verdikleri mücadeleyi anlatan filmler yansır olmuştu.
3 May 2021 - 16:35
1 Mayıs 1977’de Türkiye’nin dört bir yanından gelen 500 bin kişinin Taksim Meydanı’nı doldurması, gerçekten de tarihsel bir olaydır. Zamanın nüfusunu düşündüğümüzde bu sayı bugünün milyonlarına tekabül eder. Taksim işçi sınıfının gücüne tanıklık ediyordu. Yüz binlerin coşkusu ve heyecanı görülmeye değer bir tablo oluşturuyordu.
1 Mayıslar işçi sınıfının bağrında içten içe yanan hiç küllenmemiş bir ateşin, sınıfsız, sömürüsüz bir dünya yaratma mücadelesinin ifadesidir. Nasıl ki geçmişten bugüne işçilerin yüreği dünyanın dört bucağında 1 Mayıs ile attıysa, yaşadığımız topraklarda da böyle olmuştur. Yaşadığımız toprakların köklü bir 1 Mayıs geleneği var. İşte bu geleneğin oluşmasında en önemli halkadır 1977 1 Mayıs’ı… On yıllarca yasaklı kalan 1 Mayıs’ın büyük bir görkemle kutlanması 1 Mayıs’ın bu topraklarda kökleşmesine vesile olmuştur.
3 May 2021 - 17:20
Yeryüzünde üretilen her şey çalışkan ve hünerli işçi ellerinin eseridir. El, hem kol hem de zihinsel emeği temsil eder ki, insanın gelişiminde elin rolünü biliyoruz. İşte böylesine öneme sahip o ellerin, kocaman iki işçi elinin üzerinde kırmızı bir dünya yükseliyor ve üzerinde “1 Mayıs” yazıyor. İşçi sınıfının elleri üzerinde duran dünyadan çiçeklerin uçuştuğu bu afiş, bundan tam 45 yıl evvel 1976’ı 1 Mayıs’ı için hazırlandı. Türkiye işçi sınıfının 1 Mayıs’la özleştirdiği bu afiş Heykeltıraş-Ressam Orhan Taylan tarafından çizildi.
Sanatçılar, farkında olsunlar ya da olmasınlar, içinde bulundukları çağı yansıtırlar. Ezilenlerden yana tutum alan sanatçılar, öyle anlar gelir ki emekçilerin özlemlerini muazzam bir yaratıcılıkla tek bir şeyde sembolize ederler. İşte DİSK’in 1 Mayıs afişi de bunun örneğidir. Afişi çizen Orhan Taylan, kendisiyle yapılan röportajda şöyle diyor: “Kocaman bir yasak vardı 1 Mayıs üzerinde. Gün geldi... 76 senesi. 1 Mayıs'tan kısa bir süre önceydi, belki iki hafta önce falan. DİSK karar almıştı ve 1 Mayıs'ta Taksim Meydanı'nda büyük bir gösteri yapılacaktı. Hatırlıyorum gece yarısı civarındaydı saat, DİSK'ten bir arkadaşım telefon etti. Dedi ki, «Yarın sabah Yürütme Kurulu toplantısı var. 1 Mayıs'ta kullanılacak malzeme üzerine kararlar alınacak. Son dakika da aklımıza geldi, 1 Mayıs afişi yapalım istiyoruz, bunu bize yetiştirebilir misin?» «Peki» dedim. Epeyce çeşitlemesini yaptığım bir çalışma olduğu için oturdum, yarım saat içinde afişi çizdim. Gelip sabah aldılar. Yürütme Kurulundan geçti, kabul ettiler ve bizim 1 Mayıs afişi böylece ortaya çıkmış oldu.” Çizdiği afişin daha sonraları işçi sınıfı için bir 1 Mayıs sembolüne dönüşmesinden gurur duyduğunu ifade ediyor Taylan.
Yine 1 Mayıs’ın unutulmaz sembollerinden biri… Bir eli zincire vurulmuş, diğer eliyle işçi sınıfının kızıl bayrağını dalgalandıran mavi tulumlu bir işçi… 1977 yılında Taksim Meydanı’ndaki AKM binasına asılan bu resim, o gün 1 Mayıs alanına çıkan 500 bin emekçiyi sembolize ediyordu. Zincirlerini kırmak için mücadele eden Türkiye işçi sınıfını sembolize ediyordu. Bu görkemli resim 30-32 metre genişliğinde ve 18 metre yüksekliğindeydi. Peki, bu unutulmaz eser nasıl ortaya çıkmıştı?
Bu işçi figürü yine Orhan Taylan tarafından tasarlanmıştı. Resim DİSK’in Merter binasının bir salonunda bez üzerine çiziliyordu. Fakat bez o kadar büyüktü ki salona sığmıyordu. Bu nedenle bezi katlaya katlaya 10-12 kişilik bir ekiple boyuyorlardı. Resmin yapımındaki son süreci şöyle aktarıyor Taylan: “Bezi katlayarak çalıştığınız için asılacağı güne kadar yaptığınız işin bütününü görme şansınız yok… Sabah erkenden meydana resmi görmeye gittim. Beğendim doğrusu. Hatalı bir çizgi yok. Tasarlandığı gibi uygulanmış bir iş olmuştu. AKM’nin cephesinin epey bir bölümünü kaplayan koca bir tek figür yapmış olmanın da mesleki bir keyfi var, çok zevkle hatırlarım bunu.” 77 1 Mayıs’ından hafızalara kazınan işçi resmi, bugün hâlâ o yılların yükselen mücadelesini hatırlatmaya devam ediyor.
3 May 2021 - 17:45
Türkiye’de 1 Mayıs’ın bir başka sembolü de, dizelerinde sömürüsüz yeni bir hayatı muştulayan 1 Mayıs marşıdır. 1 Mayıs denilince de hemen herkesin aklına gelen belki de ilk şeydir 1 Mayıs Marşı… Melodisi insanı içine alıverir çabucak. Marşın ortaya çıkış hikâyesi de ilginçtir. Ankara Sanat Tiyatrosu 1974’te, Bertolt Brecht’in Maksim Gorki’den uyarladığı Ana adlı oyununu sahneler. Rutkay Aziz’in Genel Sanat Yönetmenliğini yaptığı oyunda Erkan Yücel, Savaş Yurttaş, Yaman Okay, Meral Niron, Erol Demiröz gibi oyuncular rol alacaklardır. Oyunun müziklerini ise Sarper Özsan yapacaktır. Metindeki diğer tüm şarkı sözleri Brecht tarafından yazılmıştır fakat sadece bir sahnenin, “1 Mayıs 1905” sahnesinin sözleri belirtilmemiştir. Brecht sadece “İşçiler marş söyleyerek sahneye girer” yazmıştır oyun metnine… Ortada marş olmayınca, Özsan “iş başa düştü” diyerek bir marş yazar ve besteler. İşte o marş 1976’dan günümüze her 1 Mayıs’larda büyük coşkuyla söyleniyor. Özsan’ın, Türkiye işçi sınıfının mücadele sembollerinin oluşturulmasında katkısı son derece değerlidir. Cem Karaca’yla birlikte söyleyelim:
3 May 2021 - 18:35
İşçi sınıfı mücadelesinin yükselişini durdurmayı amaçlayan sermaye sınıfı, 1977 1 Mayıs’ını kana bulayarak amacına ulaşacağını zannediyordu ama başaramadı. İşçi sınıfı, 1978 yılında yine kitlesel bir şekilde Taksim’de kutladı 1 Mayıs’ı… Burjuvazinin şaşkınlığı görmeye değerdi. Egemenler 50 yıl boyunca yasaklamışlardı 1 Mayıs’ı ve unutturduklarını düşündükleri bir anda, hiç beklemedikleri bir tabloyla karşılaşmışlardı. Türkiye’nin toplumsal ve siyasal atmosferi tamamen değişmişti. 1978 1 Mayıs’ı da bunun en bariz göstergesiydi. İşçiler kendilerini pasifleştirmek isteyenlere, provokasyonlar tertipleyenlere tepkilerini 1 Mayıs alanında ortaya koydu. 1978 1 Mayıs’ı inanılmaz renkli ve en az 1977 1 Mayıs’ı kadar görkemliydi. Tüm kortejlere işçilerin öfkesi ve kararlılığı hâkimdi. 1 Mayıs bayrağı yere düşürülmemişti!
78 1 Mayıs’ı öncesi Kadınların Sesi gazetesinde yer alan 77 yılında 1 Mayıs’a katılan bir işçinin şiiri
“…
78’de 1 Mayıs
Yürüyün arkadaşlar
Zincirleri kırın, engelleri aşın
Sokakları çınlatın
Yürüyün işçiler yürüyün.
1 Mayıs alanını güneş gibi parlatın
Yürüyün işçiler yürüyün
Zincirleri kıra kıra”
İşçi sınıfının birliğinden doğan gücü gösteren bir fotoğraf karesi… Ellerinde kazmaları ve başlarında baretleriyle madenciler, Üreten Biziz Yöneten de Biz Olacağız pankartıyla yürüyorlar. Meydanda yerini almış işçiler şimdi geçenlere “hoş geldiniz” diyor, dayanışma sloganları atıyorlar. Geçit töreni yapan işçiler de karşılanıyor olmanın verdiği coşkuyla selam veriyorlar.
DİSK’in en etkili sendikası Maden-İş üyesi Türk Demir Döküm işçilerinin kortejini görüyoruz. İşyerinde seçtikleri temsilci arkadaşlarına patronların baskı yapması üzerine 1969’da işgal etmişlerdi koca fabrikayı, 1970 15-16 Haziran’ında “DİSK’i Kapattırmayız!” diyenlerin arasındaydılar. Onlar İşçi sınıfının DGM’leri ezen, patron örgütü MESS’e kök söktüren metal işçileri…
İnsanı derinden etkileyen bir fotoğraf karesi daha… Önce sözü, kalemiyle Anadolu’nun yoksul emekçilerinin hayatlarını anlatan Yaşar Kemal’e bırakalım: “Yeter ki bir damla insan teri boşa gitmesin. İnsan soyunun güzelliği alın terindedir.” Şimdi dönelim tekrar bu etkileyici fotoğraf karesine. Emeğiyle yaşamı var eden kadın ve erkek işçiler, 1 Mayıs’ta omuz omuza halay çekiyorlar. Düşlerinde özgürlük var, yeni bir hayat var. Alın terinin patronların kasasına değil, insanlığın hizmetine aktığı bir hayat… Sömürünün, savaşların, zorbalığın ve esaretin olmadığı yeni bir hayat… Bunun yolunu da yazmışlar sağ üstte görünen pankarta; “Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşin!”
3 May 2021 - 19:25
İstanbul uygarlıkların, kültür ve sanayinin başkentidir. İstanbul işçi sınıfının mücadelesinin kök salarak tarihe geçtiği bir kenttir. Bu yüzden Vedat Türkali demiştir:
Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul
Bekle bizi
Büyük ve sakin Süleymaniyenle bekle
Parklarınla, köprülerinle, kulelerinle, meydanlarınla
Mavi denizlerine yaslanmış
Beyaz tahta masalı kahvelerinle bekle
Bekle yumruklarımız
Haramilerin saltanatını yıksın
Bekle o günler gelsin İstanbul bekle
Sen bize layıksın…
İstanbul… Filmlere, romanlara, şiirlere konu olan şehir… Dalga sesleri, vapur düdükleri, martı çığlıklarıyla özdeştir İstanbul; çeşm-i cihan denir, dünyanın en güzel şehirleri arasında sayılır. Nice şaire mısra düşürmüştür bu şehir ki onlardan biri de Orhan Veli’dir. O da emekçilerin İstanbul’unu anlatır.
3 May 2021 - 19:45
İşçi sınıfının şahlanan mücadelesini frenlemek isteyen egemenler, 1979’da sıkıyönetim ilan ederek İstanbul’da 1 Mayıs’ın kutlanmasına izin vermediler. İşçilerin gövde gösterisine dönüşen 1 Mayıs’lar sermayenin hizmetindeki siyasi iktidar tarafından hedef alınmış, yeniden yasaklar döneminin perdesi açılmıştı. İstanbul yasaktı belki ama alanlar henüz hepten işçilere kapatılamamıştı. Başta Maden-İş olmak üzere çeşitli DİSK sendikaları ve birçok kitle örgütü 1 Mayıs’ı İzmir’de kutladı.
İzmir’den haykırıyor işçi sınıfımız: “Yaşasın Proletarya Enternasyonalizmi!” Enternasyonalizm, yani işçi sınıfının uluslararası güç birliği, mücadele birliği… Geçmişten bugüne her 1 Mayıs günü tüm dünyada işçi sınıfı duygu birliği yaşıyor. Hangi dili konuşursa konuşsun, dünya emekçilerinin dilinden aynı haklı talepler, aynı mücadele şiarları dökülüyor. Asya’dan Afrika’ya, Avrupa’dan Amerika’ya işçiler kardeştir, sınıf kardeşi… İnanıyoruz ki dünyanın tüm zenginliklerini üreten işçi sınıfımız bir gün mutlaka büyük bir aile olduğunun farkına varacak. Kendi bayrağının altında, kendi taleplerini haykırarak yürüyecek ve insanlığa bir yeryüzü cenneti armağan edecek.
Bu fotoğrafla birlikte 1980 1 Mayıs’ına gidiyoruz ve dönemin mücadeleci işçilerinin arasına karışıyoruz. Pankartta yine aynı şiar yazıyor ama mitingin örgütlendiği alan farklı… İstanbul’u işçilere yasaklamışlardı, İzmir’i de yasakladılar. 1980’de İzmir’de sıkıyönetim ilan edilmesiyle, işçi sınıfı yüzünü ülkenin güneyine döndü. 1 Mayıs mitingi Mersin’de yapıldı. İşçiler grev yasaklarına karşı, örgütlenmenin önüne konan engellere, yasaklara karşı yürüyorlar. Kırmızı karanfiller iliştirmişler yakalarına, balyozlarıyla yürüyorlar. O balyozlar birçok kez patladı sömürücülerin kafasında ve işçi sınıfı bir gün yarım bıraktığı hesaplaşmayı mutlaka yapacaktır.
3 May 2021 - 20:10
Arkadaki binada bu alan 1 Mayıs alanı yazıyor. İKD’li kadınlar, başlarında kızıl çatkıları, yakalarında kızıl karanfilleriyle 1 Mayıs alanındalar. “İmalat-ı Harbiyeli Kadınların Geleneğini Sürdürüyoruz” diyorlar. İmalat-ı Harbiye, Osmanlı’da ilk işçi örgütlenmelerinin filizlendiği işletmedir. İKD’li işçi kadınlar geleneğe tutunmuşlar.
Sınıfımızın kırmızı çatkılı kadınları talepleriyle çıkmışlar alanlara… İran Devrimi’ni selamlıyor birisi tuttuğu dövizle, devrime güç veren İranlı kadınları selamlıyor. Dizi dizi dövizler… Demokrasi istiyorlar, barış istiyorlar. Artan saldırılara karşı evlatlarının, kardeşlerinin can güvenliğinin sağlanmasını istiyorlar. Sohbet ediyor sınıfımızın kırmızı çatkılı kadınları; dikkatlice arkadaşını dinliyor birisi, diğeri etrafı süzüyor, hafifçe tebessüm ediyor birisi…
El ele tutuşan işçi kadınlar, işyerlerine kreş istiyorlar. Kenarda duran DİSK görevlilerinin hemen arkasındaki kitle, umudu diri tutan sınıf kardeşlerini alkışlıyor. Fotoğrafın çekildiği yıldan, 1979 yılından bir şiirle kapatıyoruz bu bölümü de… Kadınların Sesi gazetesine Sema Öztek adlı işçinin gönderdiği bir şiirle:
“Bir damla su ile yeşermeye hazır Tohum Bir’e on Bir’e yüz vermek için can atan Topraklarımız gibi Biraz kırgın, biraz üzgün Ama hep ümitli İçten Sıcacık Ve dostça bakan gözleriyle Bekliyorlar. Sabır taşına inat “GÜNEŞLİ GÜZEL GÜNLERİ”
3 May 2021 - 21:05
Birleşen ve kitleselleşen işçi sınıfının ortaya koyduğu muazzam güçten derin bir korkuya kapılan egemenler, işçilerin birliğini kırmak için yeni tezgâhlar hazırlamaya koyuldular. Dünyanın her yerinde egemenler birbirine benzerler: Her yerde aynı kirli oyunları, aşağılık emelleri, eylemleri… 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesiyle sendikalar ve diğer işçi örgütleri kapatıldı; grevler ve toplu sözleşmeler yasaklandı, işçilerin kazanmış olduğu hakların pek çoğu geri alındı. İşçi hareketi ve sosyalist hareket tekrar canlanamasın diye yüz binlerce insan cezaevine atıldı, işkencelerden geçirildi, yüzlerce insan gözaltında öldürüldü, kaybedildi, onlarca devrimci idam edildi. 1 Mayıs süresiz olarak yasaklandı. Ama tüm zalimliklerine rağmen başaramayacaklardı, işçi sınıfı meydanlara dönecekti.
Bu sesler ne, yerin dibinden gelen,
Bu sesler, sabahın köründe?
Birileri var, direnen.
Bu uğultu ne, dört yanı sarmış.
Bu uğultu, sabahın köründe?
Bir şeyler var, çoğalan.
Bu ışık ne, bu ışık,
Dışardaki bu ışık,
Sabahın böğründe?
Ağaçlardır, kızaran.
Bu sesler ne? Bu sesler ne? Bu sesler ne?
Bu uğultu ne? Bu uğultu ne? Bu uğultu ne?
Ya bu ışık? Ya bu ışık? Ya bu ışık?
Birileri var, direnen
Bir şeyler var, çoğalan,
Ağaçlardır, kızaran.
Sözüm, treni kaçırdık, diyene.
(Sözüm Treni Kaçırdık Diyenedir, A.Kadir, 1981)
12 Eylül karanlığı yıllarca sürdü ama patronlar sınıfı, işçilerin yeniden ayağa kalkmasını ve bir araya gelmesini engelleyemedi. Darbenin zifiri karanlığının topluma kanser gibi yayıldığı bir dönemde, cesaretin, kararlılığın ve inanmışlığın hikâyesini yazdı Netaş işçileri… Darbe koşullarında bile işçilerin örgütlülüğünün patronları alt edebilecek güçte olduğunu gösterdiler. 12 Eylül karabasanına rağmen grev yaptılar, buzu kırdılar, suyun önünü açtılar. 1986 Netaş greviyle birlikte işçilerin yeniden caddeleri, sokakları, meydanları dolduracağı yeni bir dönem açılacaktı.
12 Eylül’den sonra ilk kitlesel 1 Mayıs etkinliği 1987’de düzenlendi. Etkinliğin gerçekleştiği Beyoğlu Emek Sineması dolup taşmış, salonun bulunduğu Yeşilçam sokağı hınca hınç dolmuştu. Can Yücel o davudi sesiyle ile “hava döndü” diyordu:
Hava döndü işçiden işçiden esiyor yel
Dumanı dağıtacak yıldız poyraz başladı
Bu fırtına yarınki süt limanlara bedel
Bahar yakın demek ki mevsim böyle kışladı
Hava döndü işçiden işçiden esiyor yel
Hava döndü işçiden işçiden esiyor yel
Burjuvazi askeri darbeyle geçmiş ile gelecek arasındaki aktarma kayışlarını kopartarak işçi sınıfının yeni kuşaklarının tarihsel mücadele geleneğine bağlanmasının ve bilinçlenmesinin önüne geçti. Sonraki yıllarda polis, 1 Mayıs kutlamaları için meydanlara çıkan sosyalistlerin ve öncü işçilerin üzerine kurşun yağdırdı ve gencecik fidanları katletti. Burjuvazi, işçi kitleleri 1 Mayıs’ın anlamını öğrenmesin ve sahip çıkmasın diye her türlü karalama kampanyasına başvurmaktan geri durmadı. Fakat yine de 1 Mayıs geleneğini unutturamadı, ona sahip çıkılmasını engelleyemedi. 1993’te sendikalar 1 Mayıs’ı kutlama kararı alırken, 1996’da İstanbul Kadıköy Meydanı’nı 100 bin kişi dolduracaktı. 2009’da ise AKP iktidarı 1 Mayıs’ı Emek ve Dayanışma Bayramı olarak resmi tatil günü ilan etmek zorunda kaldı.
3 May 2021 - 21:40
UİD-DER bundan 15 yıl önce işçi sınıfının bağrında doğdu ve 2007’de ilk 1 Mayıs’ına çıktı. Köklü bir ırmağın baharda ansızın çağıldaması gibi meydanlar rengiyle, sloganlarıyla, disipliniyle bir işçi nehrinin akışına şahit olmuştu. O günden bugüne değişen ve değişmeyen şeyler var.
UİD-DER’in bir gelincik tarlasını andıran kortejlerinin disiplini, coşkusu, görkemi değişmedi. Pek çok sebebi var elbette bunun; sabır, azim, direnç, emek… Kuşkusuz en önemlisi de köksüz olmamak, geleneği bugünün içinde yaşatmak… 1976 ve 1977 1 Mayıs’ında Kemal Türkler’in yanı başında duranlar, patronların tir tir titrediği o günlerde sınıfımızın şanlı mücadelesini ilmek ilmek dokuyanlar, hayatlarını işçi sınıfının özgürleşmesi mücadelesine vakfedenler… Bu bereket onların marifetiydi, UİD-DER’e bu ruhu onlar verdi.
Zaman aktı kendi yolunda… 2006 Haziranındaki açılış etkinliğimize annelerinin kucaklarında gelen bebekler birer delikanlı oldu. UİD-DER de bilinçli işçilerin hüneriyle büyüdü, gelişti. Sınıfın içine kökler saldı. Fabrikalarda, işyerlerinde, emekçi mahallelerinde kökler saldı. UİD-DER’in ortaya koyduğu çaba geleneğe sahip çıkma, geleceği birlikte büyütme çabasıdır. İnanıyoruz ki zaman, insanlık için hayati önemi olan bu çabanın hakkını verecektir! UİD-DER’in 1 Mayıs kortejlerinden kesitleri dostlarımızla paylaşıyoruz:
3 May 2021 - 22:00
Kapitalist sömürü düzeni krizlerle sarsılıyor ve bu çürümüş düzeni korumak isteyen egemenler topluma korku pompalıyor, yasaklardan medet umuyorlar. Geçen sene koronavirüs salgınını bahane eden egemenler, dünya işçi sınıfının 1 Mayıs’ta meydanlara çıkmasını büyük ölçüde engellemişlerdi. UİD-DER olarak ilk andan itibaren burjuvazinin salgını otoriterleşmenin, yasakların ve işçi sınıfının haklarına saldırının bir aracına dönüştürdüğünü söylüyoruz. Zaman bizi haklı çıkardı. Nitekim dünyanın dört bir köşesinde işçi sınıfı ve emekçi kitleler burjuvazinin asıl niyetini fark ettiler. Bu yüzden 2021’de, koronavirüs korkutmacasına ve yasaklara rağmen işçi sınıfı dünyanın dört bucağında meydanlara çıktı. Dünya işçi sınıfının 2021 1 Mayıs’ını derledik:
3 May 2021 - 22:40
“Ne Dur Ne Boyun Eğ” marşı Hindistan’da işçi sınıfının önemli marşlarından biri. Dr. Sangeeta Gaur’ın bestelediği marşı Asmita Tiyatro Topluluğu söylüyor. Fakat ilk olarak farklı dillerde on binlerce şarkılık repertuarı olan Mahendra Kapoor tarafından söylendiğini biliyoruz bu güzel marşın. 1971 yılında yayınlanan albümünde seslendirmiş bu marşı Kapoor. Marşı dinlerken etkileyici sözlerini de göreceğiz ekranda. Fakat marş esas olarak dinlediğimiz versiyondan daha uzun. Kapoor’un orijinal kaydında var olan sözleri de eklemeliyiz buraya:
Hindu ve Müslüman farkını bilmiyorum
İnsanla insan arasındadır ilişki, insanla insan
Hükümran zulüm edemeyecek, biz buradayız
Fakirleri uyandır, yoksulluğu yok et
Birliğin gücüyle her zulme karşı savaşacağız.
İktidar sahipleri ve hizmetkârlar diye
Ayrımı kaldıracağız, eşitlik getireceğiz!
Ne dur ne de boyun eğ!
Çeviride hatalarımız olabilirse de şarkının sözlerindeki mücadele ruhu eksiksiz yansıyor. Hindistan işçi sınıfının faşist Modi’nin iktidarı altında dünyasının karartılmak, Hindu-Müslüman ayrımıyla kışkırtılıp birbirine düşürülmek istendiğini düşündüğümüzde, bu sözler ve marş daha da anlam kazanıyor. İzleyeceğimiz görüntülerse on milyonlar, yüz milyonlar olup dev gövdesiyle gürleyen Hindistan işçi sınıfının Modi’ye boyun eğmediğini gözler önüne seriyor.
3 May 2021 - 23:45
Topraktan ateşten ve denizden doğanların en mükemmeli doğacak bizden... ve insanlar ellerini korkmadan düşünmeden birbirlerinin ellerine bırakarak yıldızlara bakarak: -“Yaşamak ne güzel şey!” diyecekler; bir insan gözü gibi derin bir salkım üzüm gibi serin bir ferah bir rahat bir işitilmemiş şarkı söyleyecekler... Hiçbir ağaç böyle harikulâde bir yemiş vermemiş olacaktır Ve en vadedici bir yaz gecesi bile böyle sesler böyle inanılmaz renklerle sabaha ermemiş olacaktır. Topraktan ateşten ve denizden doğanların en mükemmeli doğacak bizden. (Nâzım Hikmet)
Sönmeyen Ateş 1 Mayıs: Dünya İşçilerini Birleştiren O Büyük Günün Hikâyesi programımız vesilesiyle, 4 gün boyunca tarih nehrinde uzun bir yolculuk yaptık. İşçi sınıfımızın dünden bugüne geçtiği yollardan geçtik, ödediği bedellerin acısını yaşadık, haykırdığı meydanlara gittik, zaferler kazandığı meydanlarda coşkulandık. 1 Mayıs’ın hikâyesini yaşadık, hiçbir ulusal ya da ırksal ayrım tanımadan bir dünya sınıfı olduğumuzu yeniden gördük. Bizi birleştiren değerleri, bu değerlere sahip çıkmanın insanlığın kurtuluşu özlemine sahip çıkmak olduğunu bir kez daha derinden kavradık.
Tarihte hiçbir toplumsal düzen yoktur ki insanlığın ayaklarına bir pranga gibi dolanmaya başladığı halde ayakta kalsın, varlığını sürdürsün. Bugün kapitalizmdir insanlığın ayaklarındaki pranga. Pranga kırılmayı bekliyor ve bunu biz yapacağız, işçi sınıfımız yapacak. Kapitalist sömürü düzenini yıkıp yeni bir dünyanın kapılarını açacağız. İşçi sınıfının tarihsel misyonu budur. Üretim araçlarının tüm toplumun olduğu, eşitliğin, bolluğun, kardeşliğin, özgürlüğün, mutluluğun olduğu bir dünya. Bir yeryüzü cenneti tüm insanlığa. Yolu yok, kaçarı yok, yeni bir dünyanın doğum sancıları çekilecek. Ama Nâzım Usta’nın işaret ettiği gibi, tarihin ezilenlerinin düşlerinin, umudun, geleceğin temsilcisi olan işçi sınıfımızdan, birleşmiş ve güçlenmiş işçi sınıfımızın mücadelesinden yeni bir dünya doğacak! Gelin bizi umut dolu bu yolculukta birlikte olmaya çağıran UİD-DER Müzik Topluluğunun muhteşem şarkısına eşlik edelim. UİD-DER Müzik Topluluğunun besteleyip seslendirdiği ve ilk defa yayınlanan bu şarkıyla, insanlığın yolculuğunun eninde sonunda varacağı o güzel dünyayı düşleyelim coşkuyla ve hep birlikte. Biz Yeni Bir Dünya Kuracağız!
7 May 2021 - 17:20
1 Mayıs’ın tarihini, “Sönmeyen Ateş, 1 Mayıs: Dünya İşçilerini Birleştiren O Büyük Günün Hikâyesi” başlığı altında bugünün ve aynı zamanda gelecek işçi kuşaklarına aktardığımız yayın akışımızı tamamladık. Yüzlerce görsel ve işitsel materyal; fotoğraflar, video kayıtları, müzikler, gazeteler, dergiler, bildiriler, belgeler, dokümanlar, makaleler… Kaynaklar tarandı, senaryolar yazıldı, video klipler montajlandı, fotoğraflar yorumlandı, yüzlerce materyal tarihin sır perdesinden çıkarılıp bir kronoloji dâhilinde sunuldu. Kuşkusuz bu, yoğun ve titiz bir çalışmayı ve elbette kolektif bir emeği gerektiriyordu. Örgütlü olmasaydık yapamazdık!
Yüzümüzü Avrupa’dan Amerika’ya, Avustralya’dan Afrika’ya, Latin Amerika’ya ve oradan Asya’ya çevirdiğimizde aynı nehri görürüz. Bu, sömürüsüz bir dünya için ter akıtılan devasa bir nehirdir. İşte yayın akışımızda tüm nehirleri 1 Mayıs’ın mücadele tarihi bağlamında birleştirdik ve önemli bir kaynak oluşturduk.
Toplumsal bellek geçmişle bugün arasında kurulan bir köprü gibidir. Kitaplar, şiirler, müzikler, müzeler, heykeller, anıtlar, meydanlar, sancaklar… Her biri bu belleğin parçasıdır. Geçmiş ile bugün arasındaki köprüsü yıkılan, tarihsel hafızası soldurulan işçi sınıfı kapitalist sömürüye karşı mücadelede başarılı olamaz. Türkiye sınıf hareketinin bugün en temel eksiklerinden birisi de maalesef budur. 1977 1 Mayıs’ında sermayenin tezgâhladığı kirli provokasyon sonucu yaşamını yitiren mücadele neferleri anısına Taksim Meydanı’na bir anıt dahi dikilememiş olmasıyla, sınıfın bugün yaşadığı en temel sorunlar arasında bağ vardır. Unutmayalım ki her şey hatırlamakla başlar.
“Sönmeyen Ateş, 1 Mayıs!” çalışmamız kapsamında hafızaları tazeleyerek, geçmişin deneyimlerini özümseyerek, özümseterek ve dersler çıkararak mücadeleyi büyütmeye çalıştık. Bu çalışma belleğin unutuşa karşı mücadelesinin bir parçasıdır. Bugün aramızda olan ya da olmayan pek çok insanın emeği sayesinde yaşayan bir yapıt olmuştur; “Sönmeyen Ateş, 1 Mayıs!” Sınıfımıza böylesi bir çalışma bıraktığımız için kıvanç doluyuz.
İnanıyoruz ki mavi gök kubbenin altında, işçi sınıfının kurtuluşu için verilen en ufak çaba dahi boşa gitmeyecek. Bir gün mutlaka ama mutlaka dünya işçi sınıfımız tarihin yelelerini ellerine alacak ve kökleri asırlar öncesine dayanan bu büyük düşü ve özlemi; sınırsız, sömürüsüz, savaşsız bir dünya kurma hayalini hayata geçirecek.
Kaynakça
Bu çalışma kapsamında kendi arşivimizin dışında çeşitli kaynaklardan istifade ettik.
Çeşitli içeriklerinden yararlandığımız web siteleri: Spartacus Educational, Socialist Rewiev, Encyclopedia, Museums Victoria Collections, National Museums of Avustralia, National Geographic, COSATU, Library of Congress, Sistemoteca- Sistema de Bibliotecas da UFCG, Durham Bannermakers, British Film Institute, Salt Araştırma, Avustralian Unions, Dayanışma TV, Marksist Tutum.
Görsellerini kullandığımız çeşitli film ve diziler: Peterloo, Ana, Demiryol, Kelebeğin Rüyası, The Mill, The English Game. Vadim O Kadar Yeşildi ki (How Green Was My Valley).
Ressam, heykeltıraş ve fotoğrafçılar: Guillaume Berggren, Ara Güler, Coşkun Aral, Ali Özgentürk, Orhan Taylan Gülsün Karamustafa, Gustave Doré, Ventura Álvarez Sala, Vicente Cutanda Toraya, Boris Kustodiev, William Wyld, Albert Weinert, Mary Brogger, Edward Roper ve Percival Ball.
Çalışmamızda eserlerinden yararlandığımız şair ve müzisyenler: Nâzım Hikmet, Ziya Egeli, Yaşar Nezihe Bükülmez, A. Kadir, Thomas Hood, Bertolt Brecht, Louis Zukofsky, Walter Crane, Louise Michel, Alfred Hayes, Seyyit Nezir, Carl Sandburg, Walter Crane, İsmail Uyaroğlu, Orhan Veli, Taniel Varujan, Can Yücel, Vedat Türkali, şiirleri isimsiz yayınlanan UİD-DER’li işçiler, Sarper Özsan, Cem Karaca, Pete Seeger, John Lennon, Moriya Emori, ATTF İşçi Korosu, Hasan Salih Nurcan, Nida Ateş, Asmita Tiyatro Grubu, Jesse H. Jones, Chumbawamba, Tim O’Brien, Tadasuke Seki, Mahendra Kapoor, Dr. Sangeeta Gaur, I.G. Blanchard.
Çeşitli yazar, dergi ve vakıflar: Çalışarak Yaşamak ya da Savaşarak Ölmek, Fırtına’dan Sonra, Haymarket, Ana kitaplarının yazarları; Paul Mason, Howard Fast, Martin Duberman, Maksim Gorki… Kapital-Karl Marx, İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu- Friedrich Engels, Marx’ın Kapitalini Okumak-Elif Çağlı, Şiir Antolojileri Dizisi 1 Mayıs Şiirleri- Güngör Gençay. İlerici Kadınlar Derneği (1975-1980) “Kırmızı Çatkılı Kadınlar”ın Tarihi kitabını derleyen Muazzez Pervan, Türkiye İşçi Sınıfı 1908-1946 kitabının yazarı Zafer Toprak, Türkiye İşçi Sınıfı Tarihi 1839-2014 kitabını hazırlayan Doğan Çetinkaya ve Mehmet Ö. Alkan… Tarih Vakfı, Toplumsal Tarih, Editörlüğünü Aziz Çelik’in yaptığı DİSK Tarihi… Çalışmalarından yararlandığımız Hakan Koçak, Zafer Aydın ve Stefo Benlisoy, Jefferson Gustavo Lopes… Maden-İş Tarih Çalışma Grubunun hazırladığı Derinden Gelen Kökler, Büyük Grev 1977 kitabının yazarı Can Şafak, İşçiler Örgütleniyor (1939-1950) kitabının yazarı Şehmus Güzel… DİSK Dergisi, Maden-İş Dergisi, Kadınların Sesi Gazetesi gibi sınıf tarihimizin sayısız önemli eserinin arşivini tutan, Nâzım Hikmet’in İstanbul’da 1 Mayıs şiirini ve Kırmızı Karanfil anısını gün yüzüne çıkaran TÜSTAV…